26 Temmuz 2010 Pazartesi

Referanduma Giderken

Çetin siyasi salvolara hazırlanalım. Yine, seçim yolu eğrisinin başındayız, yavaş yavaş siyasiler sert sözlere giriş yapmaktalar. Siyasi manevralar, söylemler, kimi zaman kırıcı mücadeleler başlayacak. Halk, dinleyebildiği kadar, anlayabildiği kadar bu kavgaya iştirak edecek. Ülke ikiye bölündü. ‘Evet’ çiler, ‘Hayır’cılar. Biz niye böyleyiz. Ak-kara, iyi-kötü, ıslak-kuru, dinci-laikci, demokrat-darbeci.. neden ayrılıveririz, kamplaşıveririz? başka ülkelerde durum böyle olamaz, bilmiyorum. Halkımız siyasetin tam içinde. Her türlü siyasi tartışmada mutlaka bir fikir ileri sürecek durumdadır. İşsiz halk yığınlarının, kahvehane sohbetlerinin ötesinde, kavgaya varan siyasi mugalebeler.

Anayasa’mızın oylaması yapılırken, en iyi arkadaşım Şener o günlerde Çankırı’da görevli olduğunu, oylama günü Ankara’ya gelemediğini ve oy kullanmadığını anlatmıştı. Oy vermenin bir vatandaşlık görevi olduğu, demokratik hakkın kullanılması gerektiği konularında bir nutuk irad etmiştim. Çankırı’da yapılan mitingleri takip ettiğini, halkın onaylama yönünde oy kullanacağına inandığını, gazetelerin verdiği haberlere göre de sonucun ‘evet’ çıkacağının tahmin edilmesi nedeniyle de oylamaya gitmeye pek gönüllü olmadığını anlattığında da, köpürmüştüm. Sonraki yıllarda Anayasa ile ilgili bir eleştiri getirdiğinde “söz söylemeye hakkın yok” diyerek susturduğumu hatırlıyorum. Zavallı arkadaşım “Haklısın” diyerek, o gün yaptığı hatadan dolayı kendini affedemiyordu. Hasta yatağında yatıyorken, “ne ettim de gelmedim” diye hayıflandığını iyi bilirim.

Birbirlerine ‘vatan haini’ yakıştırması yapıyorlar. Bu çok ağır itham hikayenin içindeki karakterlerin düşünme ve iş yapma özelliklerini kaybettiriyor. Vatan haini! Hıımm.. o halde, onunla konuşmayayım, o halde onunla arkadaşlık yapmamalıyım, o halde onunla alışverişe paydos… nereye kadar gider bu düşünceler? İki tercih konulmuş önüne. ‘evet’ ve ‘hayır’. Okudukların, dinlediklerin ve izlediklerinin sonunda anlayabildiğin kadarıyla, hangisine basacaksan mührünü bas. O kadar. Buradan ‘hain’ çıkmaz. Siyasilerin yalan-yanlış propagandalarına aldırış etme. Siyasi karakterler, hep vatan için, millet için, sevdaları için hareket ederler, öyle mi? sanmam. Peki, ‘parti menfaati’ ne oluyor? imkansız “zenginleşmeler” nasıl oluyor? sıradan bir öğrenci iken, mezun olur olmaz, yüksek paralı- mevkili “işler” nasıl oluyor? kullanılan oyların sonunda ‘hain’ çıkmaz, oralarda arama. Hainin kaynağı başka “göze”lerdedir.

Nihayet, hiç bitmeyecek sandığımız hastalığından ve sonraki nekahet döneminin ardından Şener ayağa kalktı. Uzun olmayan, yorucu olmayan, sıkıcı olmayan seyahatlere çıkıyoruz. Ormana, göle doğru kısa yürüyüşler yapıyoruz. Ağaçları, çiçekleri, böcekleri görmeye anlamaya çalışıyoruz. Telaşlı karıncalarla, uzun dilleri ile karınca yakalayan kurbağaları izliyoruz. Durmadan yiyecek arayan ve bulduğunda da hemencecik yutan güvercinlerin, kıvrak danslarını seyrediyoruz. Kır bahçesinde yapılan taze demlenmiş çayımızı yudumlarken, radyodan ‘inleyen nağmeleri’ duymaya, anlamlarını çözmeye zorluyoruz. Bu çabaların hiç bir yerinde ‘referandum’ yok. ‘Hain’ yok. Garson çaylarımızı tazelerken Ziya Paşa’dan bir beyit okudu Şener;

“Onlar ki verir laf ile dünyaya nizamat/Bin türlü teseyyüp bulunur hanelerinde”

“Kimsenin evindeki pislikleri görmek bizim işimiz değil, fakat Ziya Paşalar o pislikleri görmeseler, anlatmasalar altınla – tenekeyi nasıl ayırt edeceğiz”? Doğru. Diyebildim sadece. Birilerinin yanlışları söylemesi, halka anlatması lazımdır. “Aydınların işi bu” dedi Şener. Bizim aydınlarımız. Etliye sütlüye karışmayan, iyide kötüde olmayan, tavşan boku gibi ne akan ne kokan aydınlar. Üniversitelerden bir sorunun çözümü hakkında halkı aydınlatıcı bir şey duydun mu? “hayır ben duymadım”. Koca koca salonlarda kendileri çalar kendileri oynarlar. Sonucu belki bildiri ile yayınlarlar o kadar. “Halka mal olan, halk için, toplum için ne bir teklifleri, ne bir çalışmaları vardır.” Bütün çalışmaları kendilerinin geleceğine planlıdır. Yönetime ters gelecek bir açıklama asla yapamazlar, bir çalışmaya asla giremezler. Çalışmanın sonunda, para kazanma ihtimali, makam-mevki ihtimali yoksa, devletlüler de yoktur…

Gününde, Şener ile birlikte gideceğiz ve oy’umuzu kullanacağız. Elimizden ancak bu geliyor.

1 yorum:

  1. „Ben diyorum ki ona:
    - Kül olayım olayım
    Kerem
    gibi
    yana
    yana.

    Ben yanmasam,
    sen yanmasan,
    biz yanmasak,
    nasıl
    çıkar
    karanlıklar
    aydınlığa“

    N. Hikmet

    YanıtlaSil

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...