23 Temmuz 2010 Cuma

Güzel Arkadaş Kemal’in Hatırasına

Görev gereği memleketin hemen her yanında hizmette bulundum.

1975 yılının Mayıs ayında, bankadan gelen sarı zarflı mektubu babam elime tutuşturduğunda, kalbim çarpıyordu. Acaba kazanabilmiş miydim sınavı. Zarfı açarken zorlandım. Terledim. Babamın “hadi oğul ne duruyorsun aç şu zarfı” demesiyle, içindeki kağıdın yırtılmamasına dikkat ederek, incitmeden açtım. Kağıdı göremiyordum. Ne yazıyordu? Görmüyordum. Kör olmuştum. “okusana oğlum” ,”baba baba, görmüyorum” dediğimi hatırlıyorum. Neyse zar-zor toparladım kendimi, kağıdın üstünde yazılar belirdi. Şubat 1975 tarihinde yapılan Bankamız Müfettiş Yardımcılığı sınavını 8. Sıradan kazanmış bulunuyorsunuz. 28 Mayıs’ta yapılacak mülakata katılımınızı… ohhh. Rahatlamıştım. Her neyse, hazırlanacak kağıtlar, belgeler, adres tasdiki, resimler filan tamamlandı. Mülakat denen sınavı da hallettikten sonra başladık işimize. Müfettiş Yardımcılığı. O gün Ankara’dan bir çıktım ki, çıkış o çıkış. Ancak, bayramlarda birkaç günlüğüne ve kış dönemlerinde bulunabildim Ankara’da, tabi ki, ilave iş verilmedi ise. Tamamen Anadolu’da dolaştım durdum. O şube senin, bu şube benim hesabı.

1985 yılının kış mevsimi çok sert geçmişti Ankara’da. Bahçelievler- Beşevler -Tandoğan arası tamamen buz kaplıydı üç-dört ay. Buzun kalınlığı da 15-20 santimi buluyordu. Eksi 15 civarındaki hava sıcaklığı buyduruyordu. Evlerde odun kömür yetiştirilemiyor, sobalar ısıtma kabiliyetini yitiriyordu. Öyle soğuktu ki, Pazar kurulamıyordu, sebzeler –meyveler donuyordu, fakir fukara bin bir zorlukla idare etmeye çalışıyordu. Halk perişanlık içinde baharın gelmesini bekliyordu.

Oturduğum eve biraz uzakça olan şubede inceleme teftiş işlerimiz vardı. Her sabah belediye otobüsü ile bir noktaya kadar gider, oradan da dolmuşla şubeye ulaşırdım. İyi kötü şu zamanı doldurabilsek, bahara ulaşsak.. diye düşünürken, idareden adıma üzerinde ‘gizli’ yazılı bir zarf geldi. Haydaa. Birlikte çalıştığımız Hüseyin “Öp babanın elini” dedi. Bir kahkaha attı. “aç hele aç” diyerek üsteledi. Şimdi kalk bu kışta kıyamette, otobüse bin, ayrıl Ankara’dan… “ne yapalım işimiz bu”, deyip açtık zarfı. Hatay Samandağ’da tahminen 10-15 günlük bir iş. Hayırlısı dedik. Müfettişin denki hazır olur, çantayı alır çıkarsın yola. Terminalde uğurlayanın olmaz. Yolda, yiyeceklerin önceden belirlidir, liste haricine çıkılmaz, işin bitene kadar hastalanmak yasaktır, yolculuk boyunca yanında etrafında oturanlarla, fazla bir muhabbetin olmaz, yıllar geçtikçe öğrenilir, hep aynı konular, aynı konuşmalar, hemen hemen aynı insanlar, soracağı soruyu bilirsin, senin sorduğun soruya vereceği cevabı bilirsin…

Kalın palto, bot, atkı, eldiven gibi kışlık giyeceklerle vardım Samandağ’a, inanılır gibi değil, günlük güneşlik bir hava, paltoyu geç, ceket bile ağır geliyor. Yazlık eşya yok yanımda, bir iki hafif gömlek uydurduk mağazalardan, onları kullanıyorum. İlçenin eşrafından Hacı Bey ziyaretime geldi. Sağ olsunlar ince insanlar. Hoş beş derken “Ankara’da havaların nasıl olduğunu” sordu. Anlattım. Felaket bir kış geçirdiğini, -15 -20 civarında olduğunu, her tarafın buzla kaplandığını anlattım. Neredeyse oynayacaklardı. Öyle mutlu oldular ki anlatamam. “Hayırdır, niye bu sevinç” dedim. “Maydonoz para edecek” miş, sevinçlerinin sebebi buymuş. Ya hu insanlar orada ne yapacaklarını şaşırmış vaziyette, nasıl ısınırlar, ne yer içerler, siz tutmuş maydonozu düşünürsünüz. Olacak şey mi?

Dünyanın ince ayarı. Birini dertlere salan, ağlatan, diğerini güldürür. Anlatılmaz, ancak yaşanarak görülür. Bilinmez sadece fark edilir. Fark dünyası. “Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz” (*)

Aslında hikaye tam da burada başlıyor…

(*)Bakara/216

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...