‘Yaşananlar Kaostur’
başlıklı yazımız üzerinde biraz daha çalışmak lüzumunu hissettik. Okuduğunuz
çalışma bu lüzumun üzerine bina edilmiştir.
Öncelikle kavramların içi
boşaltılıp, farklı eğitim alan ve farklı ortamlarda yetişenlerde aynı kavrama
verilen manalar farklılaştırıldı. Kargaşa, anlaşamayan insanlar arasında, barut
ateş kardeşliği gibidir. Sonuç kaos. Uyum bitmiştir, karışıklık düzeltilemez
vaziyettedir. Yıldızların yörüngelerinden sapması ve durmadan çarpışmaları
gibi. Düzenin bozulduğu, nizamın çöktüğü, bilgililerin küstüğü ve köşelerine
çekildiği, bilmeyenlerin baş tacı edildiği devirler.
Otuz yıllık arkadaşım ve
pek çok gün dert ortaklığı yaptığım, dostum dediğim kişi ile insan anlaşamaz
mı? Ruhuna kadar bildiğimi zannettiğim kişi. Kaos iki kişi arasında başlar ve
vatan sathına yayılır zaten. Ha iki kişi, ha koca bir toplum. Çünkü aynı
kavrama aynı manayı veremiyorlarsa, bu iş bitmiştir, bitirilmiştir. Her
milletten bir kişiyi alıp, bir çadıra tıkınız ve aralarında anlaşabilmeleri,
ortak bir karara, belli bir sürede varmaları için bir problem veriniz, sonuç ne
olacaksa, şimdiki halimiz de budur. Anlaşamıyoruz, çok basit konularda bile
anlaşamayıp, hakarete varan laflar ediyoruz. Hatta çok garip, edilen hakareti bile
algılayamıyoruz, dil o kadar farklılaşmış, hakaret eden de söylediğinin hakaret
olduğunun farkında değil.
Aklımızı ve geleceğimizi,
siyasetin karanlık menfaat kurgularına bağlamış, biraz da bana dercesine, kısır
ideolojilerimizin çerçevesinde laf yetiştirmeye çalışıyoruz. Hanya’yla Konya’yı
karıştırıyoruz. Eller, Bor’da pazarı bitirmiş, bizim yolumuz Niğde’ye doğru.
Vasıtamız da eşek. Kaldı ki, siyasetimizde de açık dilli değiliz, net değiliz.
Araya sıkıştırdığımız dini anlam taşıyan kelimeler, söylemek istediklerimizi
alt üst ediyor. Birbirimizi neredeyse dinsizlikle suçlayacağız.
80 öncesi ‘dil ırkçısı’
denilen, özleştirmecilerin yazılarından, konuşmalarından bir şey anlamadığımız
gibi, bugünlerde de, siyasetini sevmediğimiz, kabul etmediğimiz kişilerin
dillerinden ve kullandıkları kavramlardan bir şey anlamıyoruz. Muhaliflerimizi
bırakın, aynı fikrin savunuculuğu yapan kişiler arasında bile, kavram
kargaşalıkları yaşanmakta, birbirimizi anlamamaktayız. Anlamaya gayretimiz de
yok, elbette onların da bizi. Bakın, onların dedim. Ne kadar yanlış, niye
onlar, biz hepimiz değil miyiz? Burada bile ayrılık şarkıları!.. cevap
veriyorken bile, kafa sesimizi (zanlarımız) dinleyip cevabı patlatıyoruz,
dolayısıyla ses ve mana karmaşası kaos doğuruyor. Söz sırası gelmeden sazı
alıp, bilmediğimiz bir besteyi çalmaya çalışıyoruz. Karşı için de büyük ıstırap.
Aslında söz söyleyen de ne dediğinin bilincinde değil.
Hayat telakkilerimiz
farklı. Farklı gözlüklerle bakıyoruz dünyaya (ve hayata). Vahşi kapitalizm
öylesi esir etmiş ki, hiçbir ihtiyacı olmadığı halde, bütün dünyalara sahip
olma yarışında insan. Ulvi değerler unutulmaya yüz tutmuş. Mal-mülkten daha
evla değerlerin bulunduğu, eski kitapların sahifeleri arasında kalmış. Vefa
gitmiş, yerini sefaya bırakmış. Giderek sahiplenmeye olan rağbet yüzünden,
sahiplenilenlere kölelik vaziyetine geçilmiş. Dünyanın geçici bir tedris mekânı
olduğu hafızalardan silinmiş. Madde köleliğinin insan ruhunda yarattığı hasarın
tedavisinin yine maddi değerlerde aranır olmuş. Böylece istikrarsızlık ve
tereddüt hayatımıza hâkim olmuş. Tabi ki, huzurun yerini kaos almış. Dikkat
edilirse, bu paragrafta anlatılan tipler, ‘benmerkezci yaşam’ tercih
edenlerdir. Hem dünyalık sahiplenmek için çok çabalamaları, sahiplendikçe
acıkmaları ve böylece, kısır döngü içinde hayatlarını idame ettirmeleri.
Hastalanmaya kadar varan bir sonuç doğurmaktadır, lakin hastalık durumuna karşı
nasıl bir vaziyet alınmaklığı gerektiği hakkında bir fikirleri yok. Müracaat
edecekleri bir doktor da bulamıyorlar. İç halleri karşısında tedbir alma
çabaları giderek zayıflıyor. İç dünyadan bihaber yaşamaları ise onları
kendilerine karşı savunmasız bırakıyor ki, kaosun gerçek kaynağı insanın
kendisidir.
Esasen çıkan çatışmaların
çoğunda, taraflardan birisini o konu asla ilgilendirmemektedir. Söz ola beri
gele kabilinden düşünmeden tartışmaya dalmış ve kavgayla sonuçlanmıştır. Bu
durum, ‘ben merkezli’ davranışa tipik örnek olmaktadır. Kendini göstermek,
ispat etmek ve herkesten iyi olduğunu haykırmak ihtiyacında olanlardır bunlar.
Ama bilmeseler de hep mağlup taraftadırlar. ‘Mağlup’ kelimesini yerine başka
kelime bulamadığım için yazdım, aslında ne mağlubu, ne de galibi vardır
hayatın. Bilenler – bilmeyenler ayırımından gayrı.
‘Düzen’, ‘uyum’,
‘mutabakat’, ‘seyir’, ‘çatışmasızlık’.. dört dörtlük bir hayat, ne kadar da
sıkıcı olurdu! Hatta bu hayatın içinde gelişme de olmazdı, ilim de. Bu durumlar
program dışı bir düzeni ifade eder ki, söylenilen düzen içinde bilgiye hacet
kalmaz. Asıl kaos ortamı budur. Müdahaleye açık ortamlardır. Durağan zamanları,
‘yaprak bile kıpırdamıyor’ sözü güzel izah eder. Karmaşa zamanları soru sorulan
zamanlardır. Cevap alınsa da, alınmasa da kişinin kendisine verdiği cevabı kâfi
görmesi de stabiliteyi işaret eder ki, bu durum da istenmeyen bir haldir.
Tartışma olması, gelişmeyi açar. Fikirlerin uçuşması kirli bilgiyi temizler,
eksik olanı tamamlar.
Medeniyet, yumruklaşmaların
sonunda değil, fikirlerin çarpışmasından doğar. Her hal ve karda hoşgörü ile
fikre mukabele edersek, gelişmeleri izleyebiliriz.
Ayrıca, medeniyet sonuçtur.
Sonuca varmak için öncelikle sebeplerin var olması lazımdır. Gelecekte bir
medeniyet tasavvuru olanların, geleceğin sebeplerinin şimdi yaşandığını fark
etmesi ve yorum ve eleştirilerini bu sebepler üzerine inşa etmesi elzemdir.
Geleceğin sebeplerinin deşifre edilerek okunabilmesi, medeniyetin kanatlarını
teşkil edecektir.
‘Okunabilmesi’ dediğimiz,
bilgi edinme ile ilgilidir, bilmeyle. Özgürleşmenin yolu ilimden geçer.
Özgürlüğün bulunmadığı beyinlerde ilmi ilerlemeler olamaz. Bu sebeple Hz. İsa “Bilgi edininiz bilgi sizi kölelikten
kurtaracaktır” buyurmuştur. İlmin
öğrenileceği mekân ise bu dünyadır. Cemil Meriç’in, ‘Mağaradakiler’ eserinde
vurguladığı Platon’un mağara insanlarının, kaçarak kurtulması ve ayı, güneşi,
sudaki yansımaları seyrederek (öğrenip
bilerek) gelişmesi, medeniyet merdivenlerinden nasıl çıkılacağını da mecaz
yollu anlatmaktadır.
Doğuş, hep bir sıkıntının,
hep bir kaosun üzerine olur. İçinde bulunulan durum, kavramlar kaosu olarak
adlandırmak mümkün. Buradan çıkış yolu bulunacak ve kutlu yürüyüş hedefine
varacaktır.
Bize düşen görev; çalışmak,
çalışmak, çalışmaktır!..
Ismail Yildiz Atak :
YanıtlaSilBazı kaoslar veya krizler, yeni medeniyet yaratma yerine, tamamen bir ölüm, yıkım ve yokluk yaratabiliyor.