Başlıktaki soruyu
geliştirelim. Tehlike ise bunun tespitinin çok önceleri yapılmış olması,
tespitlere göre gerekli tedbirlerin alınması gerekmez miydi? Ötelerden beri
tehlike olarak tanımlanan gericilik ve bölücülük tehlike olmaktan
çıkartılmışsa, neyin nasıl ve niçin tehlike olduğunun tespitini kim ve nasıl
yapacaktır. Güvenlik memurları durumdan vazife çıkartarak kendi
inisiyatifleriyle mi tehlikeye el koyacaktır, yoksa önceden belirlenmiş
görevlerini yasal olarak mı yapacaklardır? Tehlike olmaya giden hareketlerin,
tehlikeli olduğuna kararı kim verecektir, bu durumda güvenlik memurları yalnız
bırakılmamışlar mıdır?
Dinci iktidarın 12 yılda
başarabildiği sosyolojik gerçeklik, ‘öteki’ kavramını halkın zihnine
yerleştirmiş olmasıdır. Bu kavram, bölücülük çalışmalarına giden yoldur.
Öncelikle, ‘sen ötekisin’ farkını ona belleteceksin ki, onun bölücülük
yapmasının yollarını aralamalısın. Nitekim iktidarlarının başından itibaren,
kendilerinin bu ülkenin ‘zenci’leri olduğunu, Müslümanların yıllardır
ezildiğini, namaz kılanların fişlendiğini, başörtülülerin okula gidemedikleri,
memuriyete giremedikleri gibi konuları sık tekrar etmeleri, ülkedeki otuz altı
etnik yapının isimlerini her konuşmalarında söylemeleri, masum ve mazlum
kişilerin öteki olduklarının idrak ettirmek dolayısıyla bölücülük çalışmasının
ilk aşaması olmaktadır.
Toplum içerisindeki
kültürel farklılıkları, kimlik tanımına indirgeyen, kültürlerini anlatırken,
kimliğini ön plana çıkartıp, farklılaşma gayretleri içine girenlerin
çalışmalarını bölücülük sınıfına koymayacağız da nereye koyacağız? Farklı
mutfaklarda pişen aynı adlı yemeklerin tatlarındaki farklılıklar neden
ayrılıklar olarak önümüze konulur? Neden kimlik siyasetine indirgenerek
çatışmalar tetiklenir? Dinci siyasetin yardımcıları ve onların destekleyicileri
de tıpkı onlar gibi, sözde demokrasi, barış ve insan hakları kavramlarını
kullanarak amaçları aynı olan gruplar arası birliktelikten başka bir şey
değildir. Düşmanımın düşmanı dostumdur anlayışı. Bu anlayış ki, ülkemizdeki
farklılıkları düşmanlaştırma gayretlerine girmiş, özellikle Türk Ordusu
üzerinde birlikte tezvirata girişmişlerdir. Başarılı olamadıklarını
söyleyemeyiz.
Öncelikle kendilerinin
öteki kabul ettiklerinin ‘öteki’ olduğunu onlara anlatarak, sosyolojik
düşmanlaştırma ve sırasında çatıştırma yaratma denemeleridir. Özellikle Kürtler
ve mütedeyyin kesimler üzerinde oynan oyunu böylece deşifre etmek görevdir her
düşünen için. Bir grup içindeki bir kişiyi, o gruptan farklı olduğunu, o gruba
göre ‘öteki’ olduğunu anlatmak ve onun beynine bunu işlemek bölücülüktür. İnsan
olan, o grubun öylece hayatiyetini devam ettirmesinin yollarını arar,
ayrılıkları değil bütünlüğün devamını sağlayacak özellikleri, bir arada tutacak
yapıştırıcıları ortaya çıkarır ve sosyal birlikteliği sağlamaya çalışır. Bizde
böyle olmuyor, tam tersi farklılıklar öne çıkartılarak, grupların, toplumların
diğerlerinden ayrı olduğu vurgulanıyor, bunun da ayrıştırmaya ve bölmeye
yönelik çalışmalar olduğunu tespit ediyoruz.
MHP Genel Başkanı Devlet
Bahçeli’nin bir şikâyetini hatırlıyoruz: “Samimi din âlimlerimiz, kâmil ve Allah dostu velilerimiz,
üniversitelerin ilâhiyat Fakültelerinde görev yapan muhterem öğretim
üyelerimiz, Başbakan’ın İslâm’la aldatmasına, ahkâm kesmesine, fetvalar
vermesine, nereye kadar suskun kalacaklardır?” Çok
önemli bir probleme parmak basıyor Bahçeli. Bölücülük ve ötekileştirme aldatma
ile başlar. Dinci iktidar, dini kelime ve kavramları kullanarak aldatıyor. Bu
kavramları kullandığı için de, özellikle İlahiyat Fakültelerinden eleştiriler
gelmemekte, çünkü kendilerinin tekfir edilmesinden korktuklarını sanıyoruz.
Aksi halde, özellikle dinsel kavramları kullanarak siyaset yapanları ikaz
edecek makam onlar olmalıdır. Öyleyse şunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Görevlerini yapmayan bu ilahiyatçılar da işlenen suça iştirak etmektedirler,
çünkü itirazları olmayanların zımni destekleri söz konusudur. Biz de şöyle
biliriz ve inanırız: “Bölücülük
yapan bizden değildir”.
“Tespitim geldi” uyarısıyla sosyal medya
sayfasında görüşlerini açıklayan üniversite mensubu Yakup Erdal Ertürk,
geçenlerde yayınladığı tespitlerinin oralarda kalmasına içim elvermedi. Daha
geniş kesimlerce okunup irdelenmesi ve üzerinde düşünülmesi gerektiğine
inandığım için buraya olduğu gibi alıyorum:
“Dört yıldır Iğdır’dayım. Burası birçok açıdan mahrumiyet olsa da bazı
gerçekleri görmemi sağladı.
Bunlardan ilki, Kürtçü
istilanın ulaştığı boyutu görmek oldu. 1980’lerin başında Mardin’de tanıdığım
makul devletle baş edemeyeceğinin bilincinde olan Kürt’ün artık olmadığını,
dincisinin de, dinsizinin de Kürtçü olduğu ve aynı söylemi açıkça paylaştığını
gördüm.
İkincisi,
mezhepçiliğin Türklüğün ne denli başının belası olduğunu çok açık ve bariz
şekilde hem Sünni, hem Şii mezhepçiliği açısından gözlerimle gördüm, bu da bana
laikliğin bir Türk birliği projesi olduğu gerçeğini bir kez daha hatırlattı.
Üçüncüsü,
cemaatçiliğin, tarikatçılığın, dinciliğin iflah olmaz bir hastalık olduğunu
Türk’ün aklını başından alıp nasıl da esrik yaptığını, mensubu olduğum
üniversite camiasının içinden gördüm.
Dördüncüsü,
adam kayırmacılığın, dar kadroculuğun, evet efendimciliğin, sepet
efendimciliğin başarının gerçek anahtarı olduğunu, ilkeli duruşun, doğruculuğun
ise kişinin başına belalar getirebileceğini bir kez daha anladım…
Tam bir Türkiye gerçeği, adam olan öğrenir ders çıkartır. Adam olmayan
düzenin k.ç yalayıcılığına talip olur.”
Şimdi yeniden soralım:
Bölücülük tehlike midir?
Cevabını, devlet idaresinin
en üstünde bulunanların doğru cevaplaması ve uygulamalarını verecekleri cevaba
göre gözden geçirip, güncellemeler yapmaları dileğiyle…
Tuncay Altunezen :
YanıtlaSil"Dinci iktidarın 12 yılda başarabildiği sosyolojik gerçeklik, ‘öteki’ kavramını halkın zihnine yerleştirmiş olmasıdır."
Asıl tehlike, bu iktidar Hocam. Bu iktidar ve zihniyetinden uzaklaşmadan, sıraladığınız dertlere deva bulmak mümkün görünmüyor.
Güruh ise, boynunda "din" maskesi ve "borç" halkası ile iktidarın peşinden gitmeye devam ediyor.
Ali Yıldız:
YanıtlaSilBence tehlike geçti.. Bölündük zaten..
Atila Göray :
YanıtlaSilMaalesef Kürt bölücülüğünün temelleri 1500’lü yıllara dayanır. Yavuz selimle başlayan bu yeni süreçte Türk-Türkmenler tamamen Osmanlı’da dışlanarak Kürtler kadim dost görülmüşlerdir.