Siyasetçiler, televizyon
tartışmacıları, gazete köşesine kurulanlar, araştırmacılar, sosyal medya
yorumcuları… Son günlerde konuşmalarının, yazılarının bir yerine “fitne”
kavramını sıkıştırıyorlar. Bilerek mi yaparlar, anlamadan mı pek bir mana
verilemiyor. Ziyadesiyle işlerine gelmeyen bir karar, bir yorum, bir eleştiri
karşısında müracaat edilecek tek kavram var: “FİTNE”.
“Fitne kelimesi sözlükte ‘altın ve gümüş gibi değerli madenleri
saflığını anlamak için ateşte eritmek’ manasına gelen fetn (fütûn) kökünden
türemiştir.” (İslam Ansiklopedisi, Mustafa Çağrıcı). Fitne
kazanı deyimi, buradan türemiş olsa gerek.
Fitnecinin başarılı olması,
ortaya saldığı fitin yayılması için lazım olan ortamın uygun olması gerekir. Kayanın
üzerine ayrık tohumlarını bıraksan, imkânı yok ki, yayılsın. Lakin toprak, nem
ve güneşin bulunduğu ortama bırakmaya gör, kısa sürede etraf ayrık otundan
geçilmez olur.
‘Fit, kelimesi sözlüklerde
şöyle tanımlanır: “Birini
başkasına karşı kışkırtmak için söylenen söz veya yapılan hareket.”
Başkasına karşı kışkırtabilmek,
kışkırtılmaya hazır kitlelerle olabilir. O halde kitleyi hazır hale getirmek
için çalışmalar yapılmalıdır. Şöylece özetleyebiliriz yapılacakları:
1. Cahil bırak,
2. Açlıkla sına,
3. Manasını bilmesen de Dini
kavramları telaffuz et…
4. Gerisini bırak. Ötesine karışma.
Böylece düşünebilme
yetisini eline alırsın. Sen ne istersen kalabalıklar ancak onu konuşurlar. Üzerine
bir ilaveleri olamaz, korkma. Verilen ödevi iyi çalış ve istenenleri yap.
Fitne de böyledir. Kimse ne
anlama geldiğini bilmez. Lakin kutsal metinlerde geçtiği için, kimse karşı
duramaz. Demek ki var zannederler. Oysa fitnenin hasını sen yapıyorsundur. Anlamazlar
merak etme. Hala kendilerinin bu fitne kazanında kaynadıklarını,
kaynattıklarını düşünürler. Başlarındaki cehalet, açlık ve ilgisizlik
durumlarını bu fitneden kaynaklandığını bilirler. Böyle bilsinler aldırma. Fitne
büyüdükçe sen güçlenirsin.
Yakın geçmişte de, provokasyon
kavramı önlerdeydi. Herhangi bir olumsuz
hadise sonrasında, bu ‘provokasyon’dur derlerdi. Bir defasında, ‘madem provokasyon
diyorsunuz. O halde provokatörü bulun’ demiştik.
Şimdi de deriz ki, madem ‘fitne’den
bahsediyorsunuz. Bulun fitneciyi ve açıklayın, faş edin millete. Bizim bulacak
halimiz yok ya. Devletin idaresi elinizde. Polisi, jandarması, istihbaratı,
ordusu… Sayısız güce hâkimsiniz. Verin talimatı bulsunlar. Yargılayın. Açıklayın.
Fitne yok mu? Elbette bal
gibi var. En büyük göstergesi ise; insanların birbirlerini ‘tekfir’ etmeleri, ‘’hain’liğini
söylemeleri, ‘görevden kaçma’ – ‘zoru görünce kaçma’ gibi gerekçelerle
küsmeleri, aslı-astarı olmayan uydurulmuş olayları gerçekmiş gibi anlatmaları,
üstüne vazife olmadığı halde, kendisine karşı duran topluluklara yapmaları
gerekenleri hatırlatmaları… Fitnenin belli başlı göstergeleridir. Ki, bu kazana düşenin iflahı zordur. Hele hele
milleti topluca düşürebilirsen senden başkası kalmaz artık. Dilediğini zelil,
dilediğini vezir yaparsın.
Bu aşamada söylemeliyiz ki,
en büyük fitne ‘saltanatın fitnesi’dir. Saltanat fitnesi ise, nefis ve akıl
zıtlaşmasının sonucudur. Akıl daima mağlup durumdadır. En başta ise, nefsani
uygulamalar.
Bir de şöyle düşünelim:
fitne kazanına neden düşeriz?
Günahlar, bir yol çizer. Yol
günaha gider. Yolcu gittikçe batağa saplanır. Saplandıkça debelenir. Debelendikçe
diplere yol alır…
Hiçbir problem
kendiliğinden halledilemez. Ta ki, kişi-toplum ‘kendini düzeltinceye’ kadar.
Ancak, tövbeden sonradır ki, kazan altındaki odunlar çekilmeye başlanır.
Demek ki, fitne kazanına
kendi rızamızla düşmekteyiz. Biz böyleyiz de onun için işler böyle gidiyor
diyebilmeliyiz. Kabul, tövbeyi, tövbe, kurtuluşu getirir.
“Hazreti Peygamber’den sonra bir takım
fitnelerin ortaya çıkacağı ve bu olaylara şahit olanların, bu fitnelere
karışmamalarının kendileri için daha hayırlı olacağı”
ifade edilmektedir. (Buhari ve Müslim sahihleri) (Abdülhamit Sinanoğlu- AÜİFD Cilt XLIII (2002) Sayı
2)
Aynı
konuyu Ahmet Avni Konuk mesnevi şerhinde şöyle verir: “Ahir zamanda, bir takım deccâller ve
yalancılar peydâ olur; size sizin ve babalarınızın işitmediği sözlerden
bahsederler. İmdi onlardan sakının ki, sizi şaşırtmasınlar ve fitneye
düşürmesinler.” Merhum Konuk
başka bir beytin şerhinde; “Deccal: Decel maddesinden müştaktır ki, sıvamak,
örtmek, yaldızlamak manalarına gelir. Devenin uyuzuna katran sürüp yarasını
kapatmak manasını da ifade eder. Mecazen yalan ve yaldızlı sözlerle hakikati
örtmek manasına kullanılır. O halde deccal: yalancı, mürai ve tezvir edici
demek olur.” Şeklinde açıklama getirmektedir.
Kimin ne yapmak istediğini, anlatabilmişsek, ne mutlu
bize.
Doğruyu
bilen ancak Allah’tır.
(Edirneli Nazmi, Divanı’ndan bir şiir iyi gider şimdi)
Fitne bir kez iki şahsı bir birine kim çakar
Birini başdan çıkarur kendü yâ başdan çıkar
Fitnenün başı kesile her ne yirde varsa
Olma bir fitne kes-ile hem-dem it andan hazer
Hak dimiş fitne eşeddür kılıcdan pes fitne kes
Vâcibü’l-katl oldugında şüphe mi var ol yeter
Fitne kes birle musahip olmağı kes kim anun
Bir gün irer fitnesinden sana sakın sûr-u şer
Çün dimişlerdir ki el-cins ma’a’l-cins imdi pes
Lazım oldur âdemiler birbiriyle olalar
Âdem oldur kim eyüyi yatluyı bir bilmeye
Bile kimden nef’ irer kimden gelür yine zarar
Salma kendün vartaya dâyim basiret üzre ol
Nazmiyâ eyle hazer andan ki ola anda hatar.
NOT:
İslam Ansiklopedisi Fitne
başlığı altında Mustafa Çağrıcı, “Kur’an’ı
kerim’de Otuz Dört âyette fitne kelimesi, yirmi Altı âyette de türevleri
geçmektedir.” Dedikten sonra kaynaklarıyla ve manalarıyla bu ayetleri
vermektedir. Meraklıları bakabilirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder