Sağ – Sol çelişmesi,
çatışması sosyolojik olarak yıllar evvel sona erdi. Tabi, sağ-sol söylemi
sonlandıysa, artık -Merkez- palavrasının da (merkez sağ, merkez sol)
sonlanması gerekmez mi? Yok, sen merkez değilsin, ben merkezim gibi aldatıcı
savunmaların hiçbir anlamı kalmamıştır. Olmayan dairenin merkezinden bahis
anlamsızdır. Orta sahayı sağlam ve kıvrak adamlarla tutan futbol takımı
şampiyonluğa erişir. Galatasaray’ın Avrupa Şampiyonluğu bu taktikle gelmişti.
Olmayan ve yıkılmış merkezin tam ortasındaki kıvrak zekâlı adamlarıyla, olmayan
merkezde top çevirerek, açığa düşürdüğü rakiplerine üstünlük sağlıyor.
Yaptıkları bu. Yalan-yanlış cümlelerin içinde gizli olan, küresel çetelerin
planlarını çaktırmadan halkın zihnine şırınga etmeyi çok iyi becerebiliyorlar.
Dinleyiciler, iyi bir şey duydukları zannıyla hareket ediyorlar. Bilinmeyen
kelimelerle kurulan anlaşılamayan cümlelerde bir keramet arıyor millet,
dolayısıyla desteğini esirgemiyor. ‘İstikşafi’ kelimesini öğrenmek için 32 gün
sabırla beklemiştik!
Politik üstünlük, sahaya
sürülen fikirlerin çıktığı ağızların ve kabul edilebilir şahısların
tekrarlarıyla elde edilebilir. Yoksa sağ da olsa, sol da olsa ileri sürülen
fikirler, daima merkez kabul edilen bir saçmalığın içinde, medya baskısı ve
kumpaslarla boğulacaktır. Nitekim alo-Fatih hattı hatırlardadır.
Yeni bir alan inşası için
kolları sıvamalıdır derim. Her türlü oyuncunun görev alabileceği, herkese, her
düşünceye açık yepyeni bir alan. Herkese açık tanımının içinde dikkat edilirse
‘meşveret’ vardır. Kararlar, tartışmalardan sonra alınır, raporlamalar
yapıldıktan sonra da üyelerin tamamı, kendi malıymış hassasiyetiyle
görevlerinin başına geçerler. Sonra koşuşturma, yorulma, çalışma, çalışma… Yeni
alanın inşası, akılla, bilimle, düşünceyle kurulacaktır. Toplum kesimlerinin
tamamının temsilcileri bu inşada görevli olacak, görevleri oranında da
sorumluluk yükleneceklerdir. Zenginlerle - fakirler, akademisyenlerle – alaylılar,
siyasilerle – sanatçılar, sağcılarla – solcular, işçilerle - işverenler aynı
masanın etrafında, aynı ülkünün hedeflerinde birleşeceklerdir. İlle de bir isim
verilmek gerekirse bu topluluğa insanı baş tacı eden, insan olmayı hedefleyen
Milli Merkez denilebilir. Ayrıştırıcı değil birleştirici, bozguncu değil
yapıcı, mikrop saçan değil tedavi edici bu merkez de, her talep edene iş, her
isteyene bir görev vardır. Başkan, organizasyonun başarıyla çalışıp
çalışmadığından sorumludur. Aksayan parçalara anında müdahale etmek başkanın
asıl görevidir.
‘İnsanı merkeze almak’ bütün siyasetçilerin
dilindedir, lakin ne söylediklerinin anlamını idrak etmişler, ne de
söylediklerini başarmışlardır. İnsan hedeftir. İnsan asıldır. Zaten tüm bu
bilinen âlemler İnsan içindir. Hedef olan insan asıldır. İnsanı merkeze alan
siyasetler ise, alenidir, şeffaftır, ilmi gelişmelere paralel olarak esnektir.
Hiçbir düşüncesini ideolojileştirmemiş, hiçbir ideolojik düşüncenin esiri
olmamıştır. Özgür bir düşünce platformu oluşturulmuş, hürriyet sonsuzluk
şerbeti tadında daima içilmektedir. ‘Milli merkez’, Hakikattir, hakikatin
merkezidir. İnsanı merkeze almak tanımı kimi düşünüşlerde, insanın
tanrılaştırılması anlamı yüklenilmiştir. Hakikat, Hakk’ı tanımaktır. Herkesin
Hakk’ını vermektir, adalet ölçüsüyle. Yalandan, riyadan uzak, Hakk’ın
gözetildiği ve korunduğu bir sistem… Tarihi hakikatlerden ders alan ama tarihe
takılmayan, daima ileriyi, daima yüksekleri hedefleyen, aklı ve ilmi rehber
edinen, ahlakı şiar, Kur’an’ı Kerim ahlakını rehber edinen, makul bir sistem.
Bu sistemde yalancı tanrılara yer yoktur.
Allahuekber…
Toplumun, insanların; “herkes böyle yapıyor, ben de yapmalıyım
anlayışı”ndan kurtarılması için alt yapının
hazırlanması gerekiyor. Ahlaki bir tavırdır; siyaset, ticaret, esnaflık,
zanaatkârlık.. ilh. Ahlakını yitirenin ne sözü dinlenir, ne kelam edilir, ne de
selam verilir. Bu noktaya getirilmelidir toplum. Açlık, yoksulluk, çekilen
ıstıraplar insanı asla doğruluktan, dürüstlükten geçirmemelidir. Bu anlayışa
nasıl varılır? Çözülmesi gereken sorun da burasıdır. Elbette işin başı
eğitimdir. Bu halde ise kim eğitecek sorusu gündeme gelir. Yumurta-tavuk
çıkmazı gibi. Biz üç ayda kabak bile yetişmeyen zamanda, eğiticilerin
okullardan mezun edilerek, öğretmen atamalarının yapıldığını biliriz, sonu ne
oldu? Siyasetsizlik, sanatsızlık, eğitimsizlik, bilgisizlik, düşüncesizlik.
Ehline bırakılmayan işlerden Allah’a sığınırız.
Birbirine güvenmeyenlerin
oluşturduğu toplumlarda, ilim gelişmesi beklenemez. Güvenin olmadığı durumlarda
düşünce de yoktur. Komşusuna güvenmeyen kişi, nasıl düşünecek, nasıl uyuyacak,
nasıl dinlenecek? Ve bu kişiden ne gibi verimli üretimler beklenecek? Hayaldir.
Güven duygusu kaliteli bir eğitim sistemi ile verilir ancak. Güven, imanın da
gereğidir. Güven, kendini bilen insanın rahatı, huzuru ve sonsuz geleceğin
imarı için vaz geçilmezidir.
Hiçbir zaman merkezin
sahibi olmamakla birlikte, kolaylıkla söylenilen yalanlarla merkezi
sahiplenenler, pragmatist, popülist, fırsatçı ve çıkarcı politikalar üreterek
halk kesimlerinin desteğini arkalarına almaktadırlar. Öteden beri tartışılan,
kömür-makarna torbaları, ayrılıkçı Kürt terör gruplarıyla yapılan müzakereler
ve anlaşmalar ve çeşitli İslamî cemaatlerle yapılan ortaklıklar hep gösteriyor
ki, faydacılık üstüne kurulan politikalar, nerede nasıl davranılacaksa öyle
davranmayı ve uygulamaya geçirmeyi mümkün kılmaktadır. Söz konusu uygulamalar,
bir milletin geleceğine ipotek koyma, hakkı olan maddi ve manevi değerleri,
bilgisi ve izni olmadığı halde elinden alarak dağıtma gibi sonuçlar
doğuracaktır. Ne olursa olsun iktidar koltuklarına yapışmak isteği, batak
yolların milletin başına örülmesinden başka bir mana ifade etmemektedir.
‘Milli Merkez’, yalandan,
dolandan uzak, faydacılık değil, milli menfaatler, insanlığın menfaati
taraftarı olmalıdır. Halkın malını canını, ırzını, namusunu korumaya ant içmiş
ehil eller vasıtasıyla emaneti idare eden manevi bir birlik olmalıdır.
Üçüncü merkez yönetim
sistemi olarak Cumhuriyet’ten vaz geçemez. Atatürk ilke ve inkılaplarının bize
öğrettiği, Cumhuriyet fazilettir özdeyişinin kapsadığı mana, üçüncü merkezin
temel dayanağı olmalıdır. Cumhuriyetten taviz verilmezken, muktedirin hegomanya
kurmasına da izin verilemez. Akıl ve ilmin ışığında, adil bir yönetim
sisteminin kurulması, üçüncü merkezin temel düşüncesidir.
Otokratik ve diktatörlük
eğilimlerinin önüne geçmek üzere, sağlam bir denetim sistemi kurulur ve
merkezin kendi kendini denetlemesini sağlar. Yoldan sapmalar durumunda,
uyarılar ilgilisine direkt olarak verilir ve yargı yolunun daima açık olması
için gerekli yapı hazırlanır.
Medya sektöründe iş yapmak
isteyenlerin medyanın dışında, sanayi, ticaret gibi işlerle meşgul olamayacağı,
özellikle devlet işlerinden ihale alamayacakları sarih kanunlarla vaz edilir.
Bu sisteme belli bir süre içinde geçilir. Yönetimden ayrılmakla, işi kâğıt
üzerinde başkasına devretmekle değil, herhangi bir sektörde başka bir işle
olunmayacağı açıklanır. Bağımsız medyaya sahip olmayan demokrasilerin, sonu
diktatöryadır. İşi haber olan, haber üretecek, işi sanayi olan da sanayi
üretimi yapacaktır.
Üçüncü Merkez, ‘Milli
Merkez’ çalışmalarını derhal başlatıp, geniş bir kurultay toplanmalıdır. Yeni
merkezin tanımı bir bildirge ile duyurulmalı ve alınacak kararlar, gecikmelere
sebebiyet verilemeden hayata geçirilmelidir.
Allah, doğrularla
birliktedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder