13 Kasım 2015 Cuma

Atatürk Düşmanlığı ve Muhafazakârlık


Amaç, Türk’ü yok etme, Türk adı ile var olan devletleri ele geçirme operasyonuydu.

Aslında bu yolu bir türlü bulamamışlardı. Çalışmaları sonunda, yorulmaları sonunda buldular. Türkler, öldürülebilirlerdi, bütün yakınları hayattan göç ettirilebilirdi. Bunlar bir anlam taşımıyordu yok etmek için. O zaman, milleti yok etmek değil anlamında bir harekete başlamak en iyisiydi.  yok etmek değil de, bütün kuvvetleri ile kendilerine hizmete yöneltmek en iyisiydi. Bunu başarmanın yolu neydi?   
                                                                                                                                  Buldular:

Taa, Binli yıllardan itibaren incelediler. Mesela, medreselerden tarih, ekonomi, fizik, matematik gibi derslerin kaldırılması zamanlarını incelediler. Güzel: kararına vardılar. Semaları inceleyen rasathanelerin yıkılması, bunların gereksiz olduğu kararlarını incelediler. Güzel: kararına vardılar.

Sonra, sırasız bir zamanda bir adam çıktı, ‘hayatta en hakiki mürşit ilimdir’ dedi. İşler değişti. Kısa bir süre içinde, kendilerine olan borçları ödenmeye başlandı. Sanayide hızla ileri gitme gibi hiçte onlara ait olmayan bir devreye girdiler. Kısa bir süre sonra, onlara yön vermeye çalışanlara uçak satmaya kalktılar… Olacak gibi değil!    
                                                                                                       
Ne yapılmalı?

Çok basit;

Yok, etmeye çalıştığımız bu milletin, sözünü tuttuğu ve anlamsız bir zamanda karşımıza çıkan bir insanın, varlığına, söylediklerine, yaptıklarına aykırı şeyler söyleyip, bu insanlara tatbik ettirmek. Öyleyse, bir türlü ölmeyen Atatürk’ü bu insanların zihninden öldürmek!..        
                                                                                                                                 Peki, nasıl olacak?

Bunun yolunu da buldular.

Dışarıdan yapılacak saldırılarla mümkün olmadığını anladılar. Öyleyse, “kalelerin zapt edilmesinin tek şartı olan içeriden adam bulmak” fiilini hayata geçirdiler.

Türk’ü esir almanın bir yolu da, ‘Türk’ olduğunu sananların kendilerine çalışmasını sağlamak.

Ülkelerine taşıyıp, üniversitelerinde eğitmek, kendi ülkesinde bir mektep bitirenleri yüksek lisans adı altında okullarında yeniden eğitime tabi tutmak, bu da olmaz ise sivil toplum kuruluşları adı altında faaliyet gösteren ve aslında dünyaya sahip olmak isteyen devletin gizli teşkilatlarının sıradan ‘okul’ adı altında örgütlenmiş ‘devşirme’ sağlayan ve yetiştiren yeraltı örgütlerinden başkası değildir. Bu tuzağa her ülkenin milyonlarca genç beyinleri düşmüş ve maalesef kendi ülkelerinin aleyhinde olmak üzere ve fakat, güya ülkesine hizmet etmek amacıyla canhıraş çalışmalar içine girmişlerdir. Binlerce örneğini ülkemizden vermek mümkündür. İlgili kişiler, özellikle gazetelerin köşe başlarını, televizyonların tartışma programlarını kapmışlardır ve hem paralarını kazanmakta, hem de efendilerine hizmetlerinde eksiklik yapmamaktadırlar. Bir noktanın tespitini de yapmak lazımdır: bu inşalar nasıl yapıyorlarsa, özellikle ülkenin ‘aydın’ geçinen kesimleri üzerinde çok etkili olmakta ve söyledikleri onlar tarafından ayiniyle kabul edilmektedir. Buna inanılmaz!.

Şu soruyu çokça sormuşumdur: neden yalnızca Türk ve Türk devletleri?
     
Burada devreye, Hak ve Batıl giriyor.

Türk’ün bulunduğu yer, Hakk’ın tarifi, Türk’e karşı duranlar ise Hakk’a karşı olanlar.

 Durum bu olunca;

Dünya, ya da Haçlı Seferleri küfür saldırısını yeniden yeniden planlayan Batı, elbette rakip olarak Türkleri karşısına alacaktı. Karşı durmanın en kısa yolu ise, “aklı işletmeyi” düstur edinen ve bu mihver etrafında eğitim sistemini geliştiren Atatürk’ü yok etmektir. Sırası geldikçe O’na saldırtmak, küfür ettirmek ve mümkün olduğu kadarıyla tüm ahaliye bunu hissettirmek. Ve başarmak üzereler. Kullandıkları taraf ise, kendilerini dindarlık tanımıyla anan muhafazakâr kafalardır. Bu görevin gönüllüleri bunlardır. Çünkü hilafet kaldırılmış, zaten yıkılmış ve dağılmış imparatorluğu Cumhuriyet rejimini kurarak kaldırmıştır, tekkeleri kapatmıştır, harf (dil değil) inkılabı, şapka devrimi yapılmıştır. İşte, O’na saldırmak için hazır sebepler.

Asla düşünmezler, düşünemezler. Türk Devleti yıkılmamıştır. Nasıl ki, Selçukluların muhteşem devleti görevini tamamlayıp tarih sahnesinden çekilirken Osmanlı kurulmuş ve Türk Beylikleri onların etrafında birleşmiştir. Tıpkı bunun gibi, tarih sahnesinden çekilirken Osmanlı, yerine Türkiye Cumhuriyeti Devleti ikame olunmuştur. Devletin devamlılığı sağlanmıştır.

Önemli değildir devlet onlar için. Laiklik düşmanlığını, Atatürk düşmanlığını öyle noktalara taşıyorlar ki, milletin birliği ve devletin dirliği yara alıyor. Hiç farkında değiller. Kafalarının içindeki örümceklenmiş düşünceleri hazır, iktidarda muhafazakâr kafalar varken uygulamaya geçirmek istiyorlar. Şu kesindir: onların kafalarındaki (her ne ise) sistem uygulamaya geçirilirse, bu devleti bir-kaç yıl içinde kaybetmek ve vatansızlar gibi göç sırtımızda yollara düşmek var. Bunu bile akıl edemiyorlar.


Bunlarla konuşulmaz, tartışılmaz. Çünkü hemen tekfir etme yoluna sapıyorlar ve susturuyorlar. Gariptir, çoğunlukla Atatürk’ü de tekfir ediyorlar. Ama düşünemezler demiştik ya, Türk Milletinin tarihinde ki 6 asırlık Osmanlı tarihi dâhil, Kur’an’ı Kerim ilk defa O’nun sayesinde Türkçe diline tercüme edildi, Türkçe tefsirler yazıldı. Bu insanı kâfirlikle suçlamak hangi akla hizmettir? Söyleyelim: efendileri emperyalistlere.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...