Her keşif, bir önceki
bilinenlerin bizlerin zannımız olduğunu ortaya koyuyor. Başkalarının
keşiflerinden istifade etmek için okullara gidiyor, kitaplar okuyoruz.
Öğrendiğimiz her bilgi, aslında bize ait olmayan tecrübelerin, beynimizde
yarattığı kabullerden başka bir şey değil. Asıl olan, herkesin, her beynin
keşfidir. O zaman, gerçek bilgiye ulaştığımızı anlarız. Karamsarlığa yer yok.
Taklit ile başlar hayat. Bebeğin ıngaası bile, annesinden aldığı sesin
taklitlinden öte değil. Doğrusu, taklitlerden geçip, kendi tecrübemizi ortaya
koymaktır.
Sosyal sıkıntıların doğduğu
yer de burasıdır. Öncekinin taklidi ve fakat kendi keşfine ulaşamayanların,
doğru zannettikleri değerler üzerinde ısrar etmeleri ve savaşmaya kadar
vardırmalarıdır. Bir bakınız Ortadoğu’ya. Her kafadan çıkan seslerin verdiği
rahatsızlık, nerdeyse dünya çapında yayılmakta. Ve hepsinin tek ısrarı var. ‘Benim
düşüncem, benim imanım doğru’. Birisi Allahuekber
diyerek silahını ateşliyor, diğeri Allahuekber diyerek kelle kesiyor. Ne garip
bir durum. İzahı zor.
Farklı bakış açıları,
farklı yorumlar üretse de, bir türlü yorum, idrak, anlatım, kabulleniş
açısından zenginleşemeyen Müslümanlar birbirini yiyip bitirecekler neredeyse.
Her grup, kendi fikrinin ve inançlarının kabulünü dayatıyor. Zorlama yok
hâlbuki. Hz. Resulullah, ancak ‘tebliğ’
görevi ile görevlendirilmişti. Zaten zorla hiç kimseyi inancından, dininden
döndürmek imkânı da yoktur. Kim neye, nasıl inanıyorsa hayatını öylece devam
ettirecektir. Bu durumu düzelttiğini sananlar, düzeltmek için çabaladığını
sananlar yanılmaktadırlar. Herkes kendi mihverinde, kendi imanını yaşayacaktır.
Kimse kimseye karışmayacaktır. Karışmak bir yana, tam tersi onun inançlarını
yaşamasına yardımcı olunacak, özellikle zimmetinde bulunan insanların hayatı,
namusu, ırzı, canı, malı korunacaktır. Biz böyle bilir, böyle inanırız.
İşte, bundan sonra
yenilikler, yeni manalar açılacak ve gelişecektir. Zihnini, beynini beslediğin
kinle, kıskançlıkla, hasetle, hırsla, intikam duygusuyla varılacak yer,
karanlıklardır, cehalet çukurudur.
‘Din’, insanı “algılayabildiğinin ötesine” (Ahmed
Baki) yöneltir. Algılananlar, yenisi öğreninceye kadar
geçerli olan ‘algı’lardır. Öyle kabul etme, öyle zannetmedir. Şekiller
üzerinden din algısı oluşturulması ve o algının hararetli savunucusu olmak,
dünyada da, maneviyatta da geri bırakacaktır. Hiçbir konuda, hele hele manevi
konularda, işte budur, bundan başkası olamaz gibi iddialı ve sınırlayıcı
kabullerden ve ısrarlardan kaçınmak gerektir.
Komşularımızdaki kanlı iç
savaşların sebebi budur. Bir adım geri çekilmek gibi bir adet edinilememiş.
İddialı olana karşı susarak, yeterli cevabın verilmesi kültürü unutulmuş. Zaman
zaman ülkemize de sıçrayan bu durum, ateşli taraftarlar toplamaktadır etrafına.
Kulaktan dolma ve çok eski bilgilerin bulunduğu eserlerden edinilen bilgilerle
iman etmekten kaynaklanan bu durumun çözümü, ilmi, aklı, araştırmayı ilke
edinen büyük adamların yolundan gitmektir. Onların eserlerini okumak, onların
sohbetlerinde bulunmak, onların çevrelerine yaydığı ışıklardan istifade
etmekten geçmektedir. Yarın çok geç olabilir.
Toplum olarak, derin bir
muhafazakâr tuzağın içine doğru çekilmekteyiz. Bu durum ‘dindarlık’ değil,
dinden uzaklaşma sonucunu doğurur, çok örneğini fiilen yaşamaktayız. Özellikle
siyasilerin kendini bilmez konuşmaları, yorumları, demeçleri düşünme
kabiliyetini yitiren beyinleri esareti altına alıp, istedikleri gibi oynayabilmektedirler.
Kullandıkları çok önemli araç ise dindir, dini bilgilerdir, din ile maneviyat
ile korkutmadır. Kısaca, aldatmadır.
Müslüman beyin,
aldatılamaz. Kandırılamaz. Haydi, bir kere aldatıldı diyelim. Aldatıldığını
anladığı anda geri dönmeyi bilir ve ikincisinden Allah’a sığınır. Bu durumda
tekerrürü mümkün değildir.
Toplum olarak, insanlık
olarak yeni ilimlere, yeni fikirlere açız. Açlığımızı başka alanlarda gidermeye
çalışıyoruz. Asıl olan, gitmemiz gereken alanı terk etmiş bir vaziyetteyiz.
Cahillerin hutbelerine, kitaplarına harcadığımız zaman ve parayı doğru yollarda
kullanamıyoruz. Oysa her öğrendiğimiz bilgi, hayatımızda bir değişiklik
yapmalıdır. Ölçü gayet basittir. Öğrendiğimizden evvelki hayatımız
(kabullerimiz, düşüncemiz..) ne idi, şimdiki ne? Bu
soruya iyi niyetle, samimiyetle cevap verebilenlerin doğru yolu bulamama gibi
bir dertleri olamaz. Biliriz ki, yol asandır, kolaydır, kolaylaştırılmıştır.
Bize düşen halis niyet ve safiyetle tahkiktir.
Böylece, sahip olduğumuz
ilimlerin geliştiğini, yükseldiğini, yüceldiğini fiilen yaşayacağız.
Ve bundan sonra, gerçek
huzur bulunacaktır.
Ve bundan sonra, kötülerle
savaş, iyilerle dostluk devresi başlayacaktır ki, burası daha yolun başıdır.
Anlatılan bu durum
gerçekleşmeden, yapılan mücadeleler de, varıldığı sanılan hedefler de hayalden
ibaret kalacaktır.
Yolunuz açık, gönlünüz
ferah, ufkunuz genişler olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder