Düşman bellediğiniz bir
devletin, saldırı gücünü de dikkate aldığınızda yapacağınız şey, o devletle
dostluk bağlarını görünürde kuvvetlendirmek olurken, yok olmasını istediğiniz
başka bir dost devletle aralarını açmak ve savaşın o iki devlet arasında
çıkmasını sağlamaktır. Uzaktan ılımlı mesajlar gönderir, her iki devletin
haklarından bahsedersiniz, sınırını korumak filan…
Gerçek savaş, Suriye
toprakları üzerinde pay kapma savaşıdır. Uvertür oyunculara burada yer yoktur.
Hatta bu oyuncular ancak savaş elemanı olarak sahada bulunabilir ve fakat asla
herhangi bir şey talep etme hakları yoktur.
Ve hatta, satır aralarında,
haklı olarak bile olsa düşürülen uçak için, “aşrı tepki verilmiştir” anlamında filan sair
ortakları tarafından bile deklare edilebilir. Bu tür konuşmalar, kendilerinin
de zaten Türk tarafına karşı olduğunun vurgulanmasıdır. Bunlar, sinsi savaşın
tehlike taşıyan boyutlarıdır. Bir de bakmışsınız, cephe sayısı artıvermiş.
Düşman sandığınız tek cepheye, yeni yeni cepheler ilave edilmiş. Afganistan
saldırıları önemli tecrübeler taşıyor bizim için. Bu aşamada Irak’ı hatırlamak
doğru olur. Kısa süre içinde, dost bilinen ve “haydi bastır Kuveyt’e arkanda biz varız”
denilerek, istedikleri kıvama getirdikleri Irak, bir anda düşman olarak
tanımlandı ve diğer Avrupalı dostları ile birleşilerek (biz
de varız içinde maalesef) Irak’ı paramparça ettiler. Benzer oyun
şimdilik Suriye üzerinden Türkiye için neden oynanmıyor olsun!.
Türkiye’nin 2001 krizi ve
devam eden günlerinde ortaya konulan tedbir politikaları, finans sisteminde
görece bir rahatlık sağlamıştır doğrudur. Enflasyon ve Merkez Bankası ilişkisi
belli bir disipline kavuşturulmuş ve ekonominin oyuncuları ileriyi daha net
görebilme imkânına elde etmişlerdir. Son 14 yıldır uygulananlar ise, aslında
kriz sonrası belirlenen Kemal Derviş politikalarının olduğu gibi uygulanması
olduğu halde, özellikle yurtdışı borçlanmalar ve alınan borçların yol, inşaat
gibi verimsiz alanlara yatırılması, döndürülemeyen borç stokunu yarattı. İthalata
dayalı büyüme politikalarıyla, cari açık, yüksek enflasyon, özel sektör dış
borçları, TL’nin düşen değeri gibi konular toplandığında, iç ve dış siyasetinde ‘kırılganlaşmaya’ devam
eden bir Türkiye ile karşı karşıyayız demektir.
Bir de bu duruma, kabul edelim
ki, dış politikadaki hatalar nedeniyle karşılaştığımız, Suriye krizi ve
Rusya’yı da ilave edecek olursak. Tümüyle kırılganlığın arttığını kabul etmemiz
gerekecek ve Türkiye’ye borç verenlerin, sermaye ihraç edenlerin kırk sefer
düşünmelerine sebep olunacaktır. Kaynak bir kere kapandığında ise, duran
borçların ve faizlerinin altında ezilmemek imkânsız gibi görünüyor.
Usulet ve suhuletin
unutulduğu günleri yaşıyoruz gibi. Her laftan olumsuz bir mana çıkartmakta
üstümüze yok sanırım. İç politikada laf yetiştirmekten, dışarıya bakacak
halimizin kalmadığı da anlaşılıyor. Dışa karşı söylenen sözlerde de, hep
başkalarının provokasyonunu görüyoruz. Kendi halimizde, kendimizin bulduğu ve
uyguladığı politikalara hasret yaşıyoruz.
Tut ki yanlış politikalar
uyguladınız. Sonunda ölüm yok ya, değiştirirsiniz olur biter. Ama dışarıdan
ithal ettiğiniz ve tedbirinde ancak uvertür olduğunuz politikalarda yanlışlık
varsa ve bir kere de uygulamışsanız, artık onu değiştirme şansınız yoktur.
Çünkü dümen başkasının elindedir.
Başından itibaren, Ortadoğu
-Suriye- politikaları, hep birilerini memnun etme üzerine kurulmuştur. Timur’un
yanına filleri şikâyete giden Hoca’nın, Timur’un yanına vardığında yalnız
kalması gibi bir sonucu yaşadık. Bir de baktık ki, Suriye, İran, Rusya, IŞİD ve
sair örgütlerin karşısında bir başınayız, bizi yüreklendiren stratejik!
Anlaşmalı! Büyük ortaklarımız! Yanımızda değil... Oysa bir-kaç aya kadar, Şam
Emevi Camii’nde Cuma Namazı kılacaktık! Ve bu iddiayı onların gazları sonucu
dillendirmiştik!.
Tıpkı, bunun gibi:
Rus uçağının düşürülmesinde
de, yabancı bir el var idiyse ve düğmeye o el vasıtasıyla basılmışsa, halen o
acemice dış politikayı yürütüyoruz demektir. Ve biz bu politikayı
destekleyemeyiz. Doğru da yapsa, yanlışta yapsa karşısındayızdır.
Yok, kararı kendimiz verdik
ve düğmeye kendi irademizle basmışsak, yanlış bile olsa desteklemeye devam
ederiz. Ta ki, düzeltmesi de bir o kadar kolaydır.
Son söz: Bak, gör ve
uygula. Gördüm diyenin sözüne güvenme. Hemen yanın şarampoldür.
Mehmet Kınacı :
YanıtlaSilŞey bir zamanlar biri "YİRMİ İKİ ÜLKENİN SINIRLARI DEĞİŞECEK!" demiştiii???Muhtemel Rus Dışişleri bakanı Lavrov'du..Hatta bir de o sıralar BOP EŞBŞKANI gerini gerini eş başkanlığını anlatıyordu...Esed'di o da..KATİL ESED!!!!Müslümanları kesen Esed..Ama Amerika öyle mi???Irak'a demokrasi getirdi...Bak Irak halkı ne kadar mutlu...