Küreselleşme denen siyasi
yapılanma, dünyadaki devletlerin mümkün olduğunca küçültülmesi, başka bir
söyleyişle, devletçiklere ayrılmasını öngörür. Bugün için 210 civarında olan
devlet sayısının 2000’in üzerine çıkarmak niyetindeler. Devletler küçüldükçe,
irtibata geçilecek bir-kaç kişi ile her istediklerini rahatlıkla
yapabileceklerine inanıyorlar ki, bu inanç doğrudur. Büyük devletlerin büyük
adamları, küçük devletlerin küçük adamları bulunur, yani, büyük adamlar büyük
devletlerin başında, küçük adamlar da küçük devletlerin başındadır. Büyük
adamları kandırmak mümkün değildir. Büyük adamlar aldatılmazlar da, aldatmazlar
da!..
Devletler küçültülürken,
oralara her derde deva ‘demokrasi’ götürme iştiyakında olan süper devletler (ki,
sayısı birdir şimdilik) aslında, onlar da küresel şirketlerin
talimatlarına tabi olarak devletlerini oluşturmuşlardır, düzenlemişlerdir.
Para, finans, spor, yiyecek, giyecek, enerji.. gibi sektörleri paylaşmışlar ve
hangi ülkede hangi şirket, hangi işleri yapacaksa, o ülkenin talipli şirketin,
ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi esastır. Böyle bir zamanda mesela Suudi
Arabistan’dan, Yemen’e demokrasi götürmesi istenir!. Uçaklara bombalar yüklenir
ve mazlum halk yukarıdan bombalanır, çaresiz. Gerçek amaçları ise, küresel
şirketler ve taşeron devletleri harekete geçiren büyük abi bazılarının da ‘üst
akıl’ dediği devlet arasında gizlidir.
Bilgileri ve izinleri
dışında büyüyen, gelişen, silahlanan bir devletle gerekli çatışmayı göze
alabilirlerse, ordularını o devlet üzerine sevk ederler, kullanılacak taşeron
bulamazlarsa bu vakitte o güçlü devletle anlaşma yollarını ararlar. Ki, son
örneğini İran – ABD arasındaki anlaşmada görüyoruz. Vaktiyle, Saddam’ı
kışkırtmışlar ve Irak’ı İran üzerine salmışlardı ve bu savaş 8 yıl sürmüştü.
Şimdi, Irak kendi başının derdine düşmüş, etrafıyla ilgilenmeye mecali yok. Afganistan
ve Pakistan’dan da hayır yok, Türkiye’yi de istedikleri yola sevk edemediler… Öyleyse,
İran’la anlaşmaya varmak en iyisi.
Özellikle son beş yıldır,
Türk dış politikası uygulamalarında bir akıl tutulması yaşanmakta, neredeyse
alınan ve uygulanan her karar yanlışlarla dolu bulunmaktadır. İslam ülkelerinde
Arap Baharı denen iç ayaklanmaların başlamasından itibaren, alınan kararların
hemen hepsi hatalar içeriyordu. Tunus, Libya, Mısır, Suriye.. yapılanların
tamamı yanlıştı. Hele, Libya’ya dünya kuvvetleri saldırırken, onlar tarafında
bulunarak Libyalı Müslümanların üzerine bombalar atılmasına aracılık etmek ve
yardımcı olmak hataların en büyüğü idi. Benzer hata Mısır’da da yapıldı. Mısır
Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek Sokak hareketleriyle devrilirken, bir kıyıda kıs
kıs gülmek ve sokak hareketlerini desteklercesine, Mübarek’in devrilmesine
imkân sağlamak anlamına geliyordu. Yapılan seçimlerin ardından, seçime katılım
oranı düşük de olsa Mursi’nin kazanması, Türkiye idarecileri arasında bir
bayram havası yaşattı.. mezhep birlikteliği, Müslüman Kardeşler örgütüne yakın
durmayı gerektirmiş olmalıydı. Darbe ile Mübarek’in gönderilmesini alkışla,
Darbe ile Mursi’nin gönderilmesine küfür et, oldu mu ya!. Mursi’nin yönetimde
yaptığı hatalar, Cumhurbaşkanlığının daha birinci yılında Bakanlar kurulu
üyelerinin dahliyle yapılan bir darbeye maruz kalarak, koltuğunu boşaltamaya
zorlanması, Türkiye taraflarından ağır eleştirilerin yapılmasına neden oldu.
Kısa bir süre sonra seçimle Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Sisi aleyhinde ve
daima ağır hakaretlerle eleştirdiler. Gönderilen aracıların ricacıların
isteklerine bakılmadı bile. Adeta kanlı bıçaklı duruma kadar geldiler.
Suudi Arabistan
liderliğinde birleşen 10 ülke silahlı kuvvetleri Yemen üzerine ağır silahlarla,
gelişmiş savaş uçaklarıyla bombalar atmaya başladıkları anda, ne olduysa
Türkiye dış işleri yeni bir hatanın içine daha yuvarlandı. Bu koalisyonun yanında
yer alarak, fakir, mazlum Yemen halkına karşı adeta savaşın tarafı olmuşlardı.
İnanılmaz olan olay bu arada yaşanıyordu. Mısır, koalisyon ortaklarındandı. Ne
olmuştu da, Sisi ile aynı saflarda Yemen’e saldırıyorlardı?
Katar Emiri’nin Türkiye
ziyareti sırasında, Sisi ile barışmaları mesajını getirdiği gazetelerde
yazılmıştı. BOP başkanlığından, BOP eş başkanlığına ulaşan bu mesajla, buzlar
erimiş olmalıydı. Bu arada, Katar Emiri’ne, Digitürk’ün satılacağı yazılmıştı.
Henüz sonuçlanmamışsa da, İstanbul Boğazı’ndaki 12 dönüm arazi üzerine oturan
66 odalı bir yalının satıldığı gazete manşetlerini süsledi geçenlerde. Ne de
olsa, ekonomi kırılgan zamanlarını yaşamaktaydı. Dostları kırmak olmazdı.
Lafı uzatmaya gerek yok.
Sırasında, Sisi ile kavga
ederiz küfürlerle, sırasında can ciğer olur mazluma ölüm kusarız.
Akıl tutulması devam
ediyor. Dış politikada hatalar birbirini kovalıyor.
Allah hidayet eyleye…
İlhan Yalçın :
YanıtlaSilAKP'nin genel dış siyasetini ve AB/D zulmünü özetleyen makaleniz için teşekkürler Hocam. İşin en acı yanı, AKP seçmeninin AKP yönetimi ile birlikte ilkesiz duruşa devam etmesi. Bu ilkesizlik, hükümetin cesaretle aynı aymazlıkta devam etmesine ve haliyle devletimizi küçük düşürmesinin, menfaatlerinin heder olmasının devamını da sağladı. AKP seçmeni uyuma numarasını bırakmadıkça, bu çirkin tabloya "dur" diyecek kimse de görünmemektedir.
Gavurun yönlendirmesi ile Müslümanın, diğer Müslümanın kanını dökmesine "demokrasi", "seçim-sandık" diye gerekçe bulup saldıranları hem de dindar olarak kendisini sunanları durduracak tek şey; AKP'NİN ONLARI BESLEMESİNİN SON BULMASIDIR diye düşünüyorum Hocam.
Bu da ancak, dış borç akışının durması ile mümkün.
Şerafettin Açikgöz.
YanıtlaSilEkonomiyi düzeltmek için, Suudilerden sıcak para almak için tabi ki.