Yazının başlığı Ümit Özdağ
Hoca’nın 9 Nisan tarihli yazısından ödünç alınmıştır.
Prof. Arif Verimli, “…Kanlı çekişme ve çöküş dönemlerindeki
kaosun doğurduğu kontrolsüzlük. Böyle bütün sistemlerde ahlak, bireye tatbik
edilen, fakat o mistik veya sosyal kaynaklı üst otoritenin muaf tutulduğu bir
kavramdır.” Diyordu makalesinde. (bakterim.net)
Problemlerin kaynağına
işaret bir cümle olarak ele alıyorum hocanın tespitini. Toplumun devlete terk
ettiği kanunlara dayanan gücün kullanılmasında; devleti yönetme makamındaki
hakim güç, kimi tiran olarak, kimi diktatör olarak, kimi zamanlarda da demokrat
olarak vücut buluyor. Her hâlükârda toplum katmanlarına ulaştırılan ve nasıl
olmalarının gerekleri maddeler halinde, ahlak kuralları adıyla listeleniyor.
Lakin ahlak kuralı dayatmasıyla iletilen mesajlar kendilerine geçerli değil,
onlar halife mesabesinde görülen ve bu kurallardan muaf yaşayan amirler.
Kullandıkları devlet gücü, bir bakıma onların kendi vehimlerinde ürettikleri ve
yalnızca kendilerine ait olan güçtür. Bu gücün verdiği sarhoşlukla tanrılığın
ilanı ve kullanımı kalmıştır sadece ki, firavun’un içine yuvarlandığı hal de
budur.
Bütün tiran benzerlerinin
beslendiği kaynak aynıdır; Kaos. Çatışmaların devamlılığı ayakta kalmak için
gerekli şarttır. Düşmanların dostlar haline gelmesi bile işleri gevşetmez. Usta
siyaset erbabı yeni bir düşman yaratmada yeteneklidir. Tekdüze hayatların
çabucak kabul edebileceği düşmanlar raflarda sıra sıra bekletilmektedir. Ne
onlarla olunur, ne de onlarsız. Düşman, gücün korunması için elzem. Gücünü
korumak isteyenin sebebi ise muhafazakâr kabuller. Eskiye öykünen fakat içi boş
belagat cümlecikleri, hayallere vurulan tatlı gerçeklikler, birkaç satır şiir,
üç-beş satır uhrevi söylem, hepsi bu.
Önceki yazılarda da
vurguladığımız üzere toplumun ekseriyetini: a) aç bırakacaksın, b) cahil
bırakacaksın c) dolayısıyla sana muhtaç olacaklar. Ve bunu hissettireceksin. “Ben
olmasam haliniz perişan” gibi laflarla, bu konunun vurgulaması
olabildiğince geniş halk kesimlerinin duyabilmesi için gece-gündüz ve devamlı
olarak televizyonlarda yandaşlarınca konuşulacak. Öncesinde ise, ne kadar iyi
yapılan, doğru yapılanlar varsa kendine mal edeceksin. Sen olmasaydın bunların
yapılamayacağını ısrarla anlatacaksın. Tahkim süreci derler buna, taraftarların
sıkılaştırılması, inandırılması. Sonrası kolaydır, kendiliğinden gelir.
a, b ve c şıklarında
maddeleştirdiğimiz sonuçlarda, zihin faaliyetlerinde de arızalar oluşmaktadır.
Tek noktaya odaklı hayat düzeni, ihtiyaçların temininden başka bir şey
düşünemez olduğundan, zihinlerde ve düşüncelerdeki kırılmalar da kaos ortamının
oluşmasında ve sürekliliğinde etkili olmaktadır. Tek doğrunun, hakim güç
sahibinden çıkacağı inancı, ilmi ve fikri hayatı törpülediği gibi, toplum
hayatının vazgeçilmezi olarak, tek doğrunun sahibi, devlet gücünü kullanma
meşruiyetinin yüklendiği kişi olmaktadır. Maalesef böylece, bu kabul kendinde
güç vehmeden tiran tarafından da böyle kabul görmektedir. Zaten işin çetrefilli
yanı da burasıdır. Üstelik yandaşlar tarafından, edebi metinler, resimler,
makalelerle tiranlık öyküleri yazılmakta ve halka belletilmektedir. Böylece
toplumun sosyal – tarihsel felsefesi bozuntuya uğramakta ve istenilen yeni tip
hayat felsefesi zihinlere yerleştirilmektedir.
Bundan sonrası ise işler
daha da zordur. Kaos badiresine takılan toplumun oradan çıkartılması ve normal
bir hayat düzenine kavuşturulması yıllar yıllar alacaktır. Tanrı vasıflarının gücü
üzerinde taşıyana bindirilmesi, peygamber özelliklerinin üstüne yüklenmesi ve
bunlara asla ses çıkarılmamasını düşünürseniz, yaşananların vahamet boyutu
anlaşılır. Üstelik bunları yapanlar cahil cühela kişiler değil, içlerinde
akademik unvanlı olanları bile var.
Fakir halkı doyurmak
kolaydır, evsize yurt sağlamak kolaydır, eğitim eksiğini gidermek zor da olsa
kolaydır, sağlık giderlerini karşılamak kolaydır… bu eksiklikler giderilir,
biraz zaman da, emek harcamayı da gerektirse giderilir. Beyinlerde yaratılan
kaostan nasıl kurtulunacak? Asıl problem burada. Konforlu bir hayat, ancak
beyinlerin sağlığa kavuşturulmasından sonradır. Asıl kaos burasıdır. Asıl ‘sosyal
kaos’ burasıdır. Üzerinde önemle ve ustalıkla durulması gereken teşhis bölgesi,
beyinlerdeki korozyona uğrayan bölgelerin tespiti ve tedavisidir.
Medeniyet düşüncesi olan ve
Türk Medeniyeti kalesine bir taş döşemek isteyenlerin ilk uğraşacağı alan, toplumun
sağlıklı beyinlere, zihinlere kavuşturulması olmalıdır.
Sosyal kaostan kurtulmanın
reçetesini ise, sosyal psikolojinin yanında sanatçılar, edebiyatçılar, filim
yapımcıları, şairler yazacaktır. Siyaset, ancak yer açmakla ve imkân sağlamakla
sorumlu olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder