14 Nisan 2014 Pazartesi

Suçların İtirafı


Olur a, bir gün hatıra düşer de geçmişte bilerek veya bilmeden, isteyerek veya istemeden yapılanlar acı vermeye başlarsa, bir diğeri, daha başkası peş peşe göz önünde canlanır da yakar kavurursa, olgunlaşma devresi başlamış demektir. Durup dururken, kendi kendine yüzün kızarıp, boğazın kurur, nefes almak zorlaşır. Etrafında senden başka bir canlı olmadığı halde, cendereye konulmuş gibi, falakaya yatırılmış gibi olursun. Terler, üşür, terler, üşürsün. Yaptıklarını kendine itiraf eder, sonuçta kendine ceza verirsin. Bir anlamda kabir azabı başlamıştır. Daha doğrusu, hiçbir azap insanın kendine verdiği ceza kadar yakıcı olamaz. ‘Cehenneme herkes kendi odununu taşır’ sözünün anlamı da bu olsa gerektir.

Okuduğum her yazıyı, her makaleyi, her şiiri, her hikayeyi, kitabı, romanı.. yazarının bir itirafı gibi görürüm. Acıları, hüzünleri, sevinçleri, zevkleri ayrı ayrı dökülür kâğıt üzerine. Kendine itirafıdır, bizler de sebepleniyoruz. Atölyesinde, laboratuvarında geceler, aylar süren titiz çalışmaları ve yorgunluğunun sonunda ulaştığı eserde itirafıdır bilim adamı veya sanatçının. İtiraf, aynı zamanda faş etmedir. Ruhunun derinliklerindeki kendinden bile gizleyerek geliştirip, büyüttüğü, üzerinde yılların emeği ve gizemi olan bir sonuç. Bazen, kendilerini bulunmaz Hint kumaşı cinsinden gören yazar-şairlerle karşılaşırım, hiç incitmeden onları bir tebessüm dolar dudaklarıma. Olsun, bir gün gelir ki, kendilerinin de bir -hiç- olduğunu anladıklarında daha olgun, daha öz eserleri vereceklerini düşünür umutlanır ve unuturum.

Suç ferdidir. Bir başkasını bağlamaz. İşleyen, suçun kahramanı olarak yaşar, itiraf eden ise zafer kazanan kumandan.

Aslen suçlu olduğu halde, başkalarını rahatça suçlayarak nutuklarını geliştirenler de vardır hani, yakın geçmişimizde pek çok örneğini gördük. Devletini suçlayanlar, ordusunu suçlayanlar, eğitim sistemini suçlayanlar, aynı vatan üzerinde ortak bir tarih oluşturmuş farklı etnik yapıları suçlayanlar, dilini, bayrağını, marşını, türküsünü, sazını, sözünü… suçlayanlar. Asıl suçlular onlar, fakat itiraf edemiyorlar. Bir de hayatlarına bakınız. Rahat bir uyku çekemediklerine bahse girerim. Kimisi kuruldukları gazete köşelerinde kurdukları güzel cümlelerin ardına saklandılar, kimisi mensup oldukları akademilerin verdiği unvanların ardına. Bıraktıkları sakalları bile onlar için saklanılacak bir sütreydi. Konuşmaları arasına sıkıştırdıkları, belki anlamını bile bilmedikleri İngilizce kavramlar bile onların perdeleriydi. İtiraf edilmeyen suç, içerde büyür büyür ve dev halini alır. Kişinin aklını başından aldığı gibi, dumansız ateşler içinde kavrulur da kavrulur.

Bakmayın bizimkilerin akılsızca davranıp, suçlarını kendilerine bile itiraf etmemelerine. Yandıkları yanlarına kâr kalacak.

“Kendimi her davranışımda suçlu bulurum, daha kötüsü değişmez yasaların bir sonucuymuş gibi suçsuzken bile kendimde suç aramamdır, bunun birinci nedeni, çevremdekilerden daha akıllı olmamdır." Diyen Dostoyevski kadar entellektüel namuslu ve akıllı olamamalarıdır.

Yıllarını ateist olarak geçiren Antony Flew’in, suçluluğunu “Yanılmışım Tanrı Varmış” cümlesiyle itiraf etmesi ve itirafını tüm dünyaya bildirmesi bizlere bir yol göstermektedir.

Salt kendine itiraf başlangıç olsa da, yeterli değildir. Suçların bir de halka açıklanması ve bu yolla nefsin dizginlenip, aşağılanması, terbiye edilmesi de lazımdır ki, bu durum bizim kültürümüzde melamet olarak adlandırılır.

İtiraf, zamanı yaşayarak idrak etmektir. Zamanı, anı, yani şu anı, şimdiyi. Geçmişi yad ederek, pişmanlıklar içinde yaşamaktansa, cezaya razı olarak anı huzurda geçirmek.

Varlığı sahibine gönüllü vererek,

Hiçlik cennetinde, ‘An’ı yaşamak…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...