…
Bu topraklar bizim
yurdumuzdur!
Deli gönül yücesine çıkar!
Bir üveyik olur uçar gider.
Ardahan’dan Edirne’ye
Edirne’den Ardahan’a kadar.
…
(Cahit Külebi)
Şair zihninde ne kadar da
küçülmüş bizim yurdumuz demeye hakkımız var. Edirne ve Kars arası sıkıştığımız
topraklarda. Ama sahiplik bağının sıkılığını da teşhis edebiliyoruz.
Denize dalan delikanlı
cevvaliyetinde girelim konuya.
Dayatılan ‘Sünni İslam yorumu’
yenilmiştir. Başarısız olmuş, öngörüleri hepten fos çıkmıştır. Zaten, Arap
kültürü, örf ve adetlerinden kaynaklanan bu yorum, milletimizin kahir
ekseriyeti tarafından asla kabul edilmemiş, dayatanların keyiflerine aykırı
hayat tarzı süregelmiştir. Daima azınlıkta olmalarına rağmen, bütün zamanlarda
en fazla sesi çıkanlar onlar olmuştur. Onlar deyişim, tanımlamak adına, değilse
onlar ve biz gibi bir ayırım değildir amacımız. Esasen, onlar kendilerini hep
ayırmışlardır. ‘Biz’ vurgusu daima kuvvetlidir onlar için. Kendilerini hep ‘biz Müslümanlar’
şeklinde anlatmışlardır, yüzlerce örnek ortaya koyabiliriz. Sanki diğerleri
farklı bir dine mensuplarmış gibi. Ne yazık ki, diğerlerini (yani
bizleri) asla Müslüman görememişleridir. Nasıl ayırırsınız, kimi
ayırırsınız, niye ayırırsınız?
Şimdi, şöyle mi söylemeliyim,
Müslümanlar yenildi.
Buradaki Müslüman,
kendilerini farklı olarak tanımlayan Müslümanlardır. Ne olduklarını son on iki
yılda gördük.
Yılların biriktirdiği milli
değerlerimize nasıl davrandıkları, kısa tarihin sayfalarında duruyor.
Neredeyse, küfür etmedikleri değerimiz kalmadı.
Aşağıladılar, ayaklar
altına aldılar, bayrak fetişizmi dediler, faşist yaygaraları attılar, Türk
olduğunu söyleyene bölücülük yaptığını bildirdiler, askere giden evladı ardında
davul çaldıran ana-babaya cezalar kestiler, asker gönderme şölenlerini
yasakladılar, ne bayramlarımız kaldı, ne sevinç günlerimiz, Nevruz’un bizim
olmadığını, devletimizi kuran büyük adamların “ayyaş”lığını öğrendik.
Ergenekon’un terör örgütü olduğunu, Türk Ordusunun Komutanının bu örgütün yöneticisi
olduğunu belledik. Ordu mensuplarının yabancı devletlerin casusu,
yazarlarımızın, düşünürlerimizin bu örgütün mensubu olduğunu anlattılar.
Anlatıp, hepsini birden cezaevlerine tıktılar. Aradan geçti yedi yıl. Ne bir
belge gösterebildiler, ne de bir ifade.
Yalan söylediler. Yalan
üzerine hikâyeler yazdılar. Yalan tacirlerinden devşirdikleri yalan senaryolar
üzerine koca bir milleti sus-pus ettiler. Edebinden susan bir milleti, korku
vererek, dize getireceklerini sandılar.
Hayatlarının tamamında hep
yanıldıkları gibi, bunda da yanıldılar. Zaten bu tipler, hayatlarını karanlık
mağaralarda geçirdiklerinden, yanılmaya mahkûm, eğri yürümeye düşkün, iz
bulamamaya meyillidirler. Bir de kendilerini iktidar koltuklarına itekleyen
‘dış güçler’in bitmek tükenmek bilmez talimatları, tavsiyeleri, dayatmaları
olunca akılları iyice karıştı. Yanılgı, yanılgı üstüne gelince de, yetkilerini
farklı alanlarda kullandılar. Kanun, nizam tanımayan uygulamalara imza attılar.
Bunun doğal sonucu da yolsuzluklar geldi. İyi niyetimizi koruyarak, bilmeden,
istemeden diyelim, derin yolsuzluklar başlarını ağrıtır oldu. Her gün internete
yayılan ses kayıtları ve yazıya geçirilmiş hali olan deşifreleri (tapeler) akıl
almaz, havsalaya sığmaz kanunsuzlukları, kul hakkına el uzatmaları gözler önüne
seriyor. Hani bunlar Müslüman’dı demeyeceğim. Her iddialı kişinin başına benzer
olaylar gelebilir. Olabilir diyorum. Ancak, olayın tespiti ve halk içine
yayılması durumunda yapılması gereken, adalet sistemini devreye sokarak,
yargılamaların önünün açılmasıdır. İlgili ses kayıtlarından anlaşılan odur ki,
tarihimizin (belki de dünya tarihinin) en
büyük yolsuzluk hadisesiyle karşı karşıyayız. Başbakan’ın yolsuzluk
karşısındaki davranışları olumsuz oy alacaktır. Kendisine güvenenlerin
hayallerini yıkmıştır. Bundan çıkış yolu sadece adalet mekanizması ve yargıdır.
Yandaş yaygara Öteden beri,
muhalefetin olmadığı, hükümetin alternatifinin bulunmadığı propagandasını sık
yapardı. Bütün olanlardan sonra, bu propaganda etkisini yitirmiş, milletin
zihninde başka partilerin de olabileceği resmi yeniden çizilmiştir. Aynı
zamanda, ‘dış güçler’ özellikle, Ak Partiyi iktidara taşıyan Yahudi Lobileri (neo
conlar) desteklerini çekmişlerdir (bunun çeşitli sebepleri var,
en önemlisi BOP politikalarında değişime gittiler).
Şimdi dış güçlerin, yeni bir Türkiye senaryosu üzerinde çalıştıklarını tahmin
etmek zor değildir, Ak Partinin de, ‘yeni Türkiye’ söylemi üzerinde durulmalı (bundan
böyle nasıl isterseniz öyle olacağız mı demek istemekteler? Pişmanlık
belirtmesi mi?), Siyasal İslam politikalarının, Irak, Mısır
ve Suriye’de batağa saplandıklarını da dikkate alarak:
Önümüzde bir seçim var. Tüm
seçimler önemlidir. Bu seçim iki defa önem kazanıyor. Verilecek oylar, iki
sonucu düzenleyecek. 1. AKP’nin iktidarı ve Cumhurbaşkanı seçimleri. 2. Dış
güçlerin Türkiye’yi düzenlemelerine verilecek fırsat.
Yolsuzluk iddialarının
soruşturulması ve kovuşturulması Ak Partinin iktidardan uzaklaştırılmasına
bağlıdır. Bu seçimler, önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı ve 2015 genel seçimlerinin
de yol başçısı olacaktır. Diğer yandan, artık ülkemizde milli politikaların
izlenmesi büyük önem arz etmektedir. Kendi politikacılarımızın, kendi
idarecilerimizin kendi başlarına alacakları milli kararları uygulamaktan başka
çare gözükmemektedir.
Siyasi İslam
savunucularının söyleyecekleri bitmiştir. Muhalefet endişesi ve korkusu tüm
hayatlarını doldurmuştur. Ülkeyi idare edemez vaziyettedirler. Ağır borç
batağına sürüklenen millet henüz bu ağırlığı hissetmese de, ekonomistler,
düşünenler geleceğimizi pek parlak görmemektedirler. Yükselen işsizlik
oranları, artırılan faizler, dış açıklar, cari açıklar önümüzde duran büyük
problemlerdir.
Bu vatan bizim. Oturup oy
verme kararımızı bir daha gözden geçirmeliyiz.
Bu vatan bizim.
Ardahan’dan Edirne’ye
Edirne’den Ardahan’a kadar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder