Maskeler çoğu zaman
gizlenmek için değil, gerçek yüzleri ifşa etmek içindir. Gerçek yüzleri
anlayabilmek ve kimin kim olduğu ve kimin kim ile ne için iş tuttuğunu öğrenebilmek
için sadece dikkatle bakmak ve görmeye çalışmak kâfidir. Maskeyi takanlar
bilincinde olsa da olmasa da maskeler düşürülmek, ifşa edilmek, açıklanmak
üzere imal edilirler. Bir var ki, maskelenenler, kendine bakışların odağının
maske olacağının bilincindedir. Uyanıklar ise, asla maskeye değil,
arkasındakine bakmayı yeğler. Gözün aldatıcı rengine değil, gözün içinden
girerek taa derinliklerine, asıl görene odaklanmayı ister. Maskeyi
parçalayarak, gizlediğinin ne veya kim olduğunu anlamaya çalışır. Maskeyi
takanın da bilmediği budur. O, maskesinin ardında gizlendiğini, saklandığını
sanır ve hayatını rahatça geçirdiğini düşünür. Maske bir özgürleşme aracıdır
güya.
Çocukluktan bir türlü
kurtulamayanları yüzlerine taktıkları kâğıttan maskelerinden tanırsınız. Maskelerinin
ardında tek başlarına yaşarlar ve rahat olduklarını düşünürler. Kâğıttan
maskeler bir çırpıda yırtılabilir oysa. Yani hiçbir işe yaramaz. Kurtarıcılığı
ve koruyuculuğu sıfırdır.
Asıl maskeler, görünmesi ve
anlaşılması zor olan, görebilmek için dikkat isteyen soyut yapılardır. Kişinin
rengi, boyandığı boyanın rengine dönüşür. Neyzen Tevfik Bebek sahilinde davetli
olduğu bir yalıya giderken, bir ayakkabı boyacısı çocuk –boyayalım abi. Diyerek
seslenir. –Sen iyi boyacı mısın evlat. Der Neyzen. –Evet. Der çocuk, iyi
boyacıyım. Çocuğa doğru eğilir ve -Öyleyse yüzümü boya der Neyzen. Ve yüzünü
bir güzel boyatır. Derken, davetli olduğu evin kapısını çalar. Kapı açılır ve
ev sahibi, boyalı Neyzen’i görünce şaşırır. Neyzen muhteşem sözünü söyler:
-Merak etmeyin, yıkayınca çıkar. Çıkmayan boya ile boyananlara inat, sözünü
esirgemez Neyzen Baba. Maskeli gezenlere, maskelerinin ardına gizlenmişlere
inat, çıkan boya ile boyatmıştır yüzünü. Zenginliği, fabrikası, yalısı, katı,
atı, devlet kademelerindeki makamı, mekteplerde aldığı diplomaları, işleri,
arkadaşları kısaca statüleri maskedir insanlar için ve çıkmayan boyalarla
boyanmışlar ve ruhlarına kadar işlemiştir. Boyaları zamanla huyları olur ve
ömürlerinin sonuna kadar huylarıyla birlikte yaşayacaklardır. Güzel sözümüzü
hatırlayalım. “Can
çıkar huy çıkmaz.”
Tamir edilmesi gerekenler
huylardır. Çeşitli boyalarla renklendirilmiş maskelerin yırtılıp atılması insan
olmanın ve insanlığın gereğidir.
Neo-liberal görüşlerini
anlatırken, devleti aşağılama, devlet gücünü eleştirme adına, günümüzde de
örneğini yaşayarak gördüğümüz, bir hakikati istemeden de olsa tarif eder
Mustafa Erdoğan: “Yargının
kurumsal olarak bağımsızlığını sağlayan kurumlar yargıçların devlet karşısında
tarafsız davranmalarını temine çoğu zaman yetmez. Hatta kimi zaman kurumsal
bağımsızlık, günümüz Türkiye’sinde sıkça olduğu gibi, cari rejimden yana bir
tarafgirliğin maskesi haline dönüşebilir. Esasen bu, ideolojik devletlerde
olağan bir durumdur. Bu gibi devletlerde yargıçların kendilerini hukukun
evrensel amaçları olan adalet, özgürlük ve toplumsal barış ilkelerinden çok
cari rejimin ideolojik tercihlerini korumakla görevli saymaları genel bir
eğilimdir. Bu da hukuku gündelik
politikanın basit bir aracı haline getirir.” (Mustafa
Erdoğan, 17.7.2007, Zaman). Önemli iki nokta vardır bu cümlede:
ilki, devletin idelojik devlet yapısına dönüşmesi. On yıl boyunca, ideolojik
devlete dönüşmesinde kendisinin de katkısının olduğu devlet yapısı. Dini
söylemlerle maskelenmiş, ne idiğü belirsiz bir ideolojinin devlete hâkim
olması. Birlikte başardılar. İkincisi, yargıçların cari rejimin bekçileri
durumuna gelmesi. Yargıladığı konu ve kişilere karşı kör olması gereken yargıç,
adeta yüzüne rejimi yönetenlerin maskesini takması. Yazılı kanunlar, yılların
biriktirdiği teamüller bir hiç oluverir. Hukuk rafa kalkar, vicdan ruhsuzlaşır,
rejim yöneticisinin ağzından çıkan kanun olur. Ergenekon, Balyoz
yargılamalarında ve Deniz Feneri soruşturmalarında örneği görülmüştür.
“İnsanı insan yapan değerler
elden giderken, beyne ve algıya bunun özgürlük, demokrasi, zenginlik olduğu yazılıyor.
Özgürlük maskesiyle bütün yaşam kaynakları ve özgürlük alanları elden giderken,
beyni uyuşturulmuş seyrediyor. Akıl tutulması işte bu! Her çeşit göz boyama ve
aldatma sonucu dostu düşman, düşmanı da dost görmeye başlıyor.” (Nurullah
Aydın, haberiniz com tr)
Rahmetli Ömer Lütfü
Mete’nin dilimize kazandırdığı bir tanım “müzmin sevindirik”. ‘Sevindirik olmak’
şeklinde milletimizin kullandığı tanımdan hareketle söyler; “Müzmin sevindirik kişi varsın kendisini
samimiyetle ‘sade Allah rızası için çalışan biri’ olarak tanımlasın; gerçekte
makamına taptığını bile algılayamaz hale gelir. Bu o kadar ince bir tırmanışla
yaşanır ki, insan Firavunlaştığını hissedemez bile. Çünkü o çok erkenden, hatta
henüz ikbal uzaklarda iken adım adım ‘koltuk kulu’ olma yoluna girmiştir.” (Ömer
Lütfü Mete, 30 Mayıs 2005, Sabah)
Yüksek mektepleri bitirmiş,
akademik unvanların tamamını toplamış bir hayırseverin son öğütlerine kulak
verelim: “Her gördüğünüze kanmayın,
her işittiğinize inanmayın. İtidali ve ihtiyatı bir tarafa atmayın. Az ama öz
konuşanlara dikkat edin.”
Bize düşen görev; doğal
ortamda yaşamak, doğal olmak, samimi, maskesiz yaşamak…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder