2 Ağustos 2013 Cuma

Doğu – Batı Salınımı


Cennet Mekân Cemil Meriç’in bir kitabını karıştırıyordum. “Doğu, Batı’nın menfaatleriyle sınırlıdır” cümlesini okuyunca zınk diye durdum, kitabı kenara bıraktım. Bu kadar kâfiydi.

Bir cümlede bir kütüphane gizli.

Doğu’nun göz alıcı devirlerini bilmeden, Batı’nın halini anlayabilmek aslında mümkün değil.

Nasıl da sınırlandırıverdim Batı’yı. Doğu tarihini bilmek ve anlamak kaydıyla.

Muhayyel mahkemeler kuruyorum, Sanık yok bu duruşmada. Sanık, mağdur, tanık, mazlum, savunucu en sonunda belli olacak. Ha, infaz memuru da hazır bekliyor, bir adet cellâttan ibaret.

XVI. Yüzyıl sonlarına kadar yapılan tüm duruşmalardan yüz akı ile çıkıyoruz. Hakk’ımızı alıyor, Hakk’ı teslim ediyoruz. Problem yok. Dünyanın en iyi üniversiteleri, Hakkaniyetli kararlar veren mahkemeleri, bileği bükülmez en büyük ordusu… Hepsi, hepsi sınıfı geçiyor. Üstelik hiçbir suçta isnat edilemiyor.

İlmin gelişmesi elbette mevcut ilmin üzerine yapılan inşa iledir. Mevcut ilim düzeyini sıfırlayıp, yeniden baştan başlamanın anlamsızlığı ortadır. Tabiî ki Batı, ilmin bulunduğu o devirdeki en mükemmel seviyesi olan Türk-İslam medeniyeti üzerine yapılan geliştirmelerle, ilerlemelerle bugünkü seviyesine varmıştır. ‘Bize ne İslam medeniyeti’ dememiştir. Batı bizden ilmi alırken, biz ilmi, üniversitelerimizden kovmuşuz. Bize nakli ilimler yeter demişiz. Fen bilimlerini, astronomiyi, tıp ilimlerini kapı dışarı etmiş, sarıklı ama Allah’tan bihaber kafalara teslim etmişiz üniversitelerimizi.

Sonraları, Allah’ı da kovmuşuz fikir dünyamızdan. Kovmakla kalmayıp, yeni, yepyeni tanrılar imal edip medreselerin tedrisatlarına eklemişiz. Yetişen kafalar da elbette hocaları gibi olacaktır.

Şimdi XXI. Yüzyıldayız. Son 300 yıldır içine düştüğümüz badireden çıkmaya çalışmayı bile akıl edememişiz. Mesela, son 30 yıldır tartıştığımız bir başörtüsü meselesi vardır. Otuz yıldır tartışırız ve fakat hala bir sonuca bağlayamamışız. İkide bir önümüze çıkar. Yolumuzu keser. Son günlerin tartışma konusu da, imsak vakti. Yarım saat erken oluyormuş, geç olmalıymış, yarım saat fazla aç kalınıyormuş… Ne anlamsız, ne lüzumsuz bir tartışmadır? Sanki bu ülkenin astronomi fakülteleri yok. Sanki bu ülkede matematik bilenler yok. Zor mudur saatin hesabını yapmak? Ne diye boşuna bu milletin zamanını, emeğini, gücünü, çalışma azmini, ibadet şevkini kırarsınız? Oturun adam gibi anlaşın ve sessizce bitirin bu meseleyi. Yok, yapamazlar, tartışsınlar ki, kendilerinin ne kadar büyük bir ilim sahibi olduğunu herkes anlasın. Ah kibir!

“Cemil Meriç, Batı’nın karşısına çıkarken aslında eski ‘Hind’i arkasına alarak göğüslemek ister. Galip kafalı entelektüelin mağluplar liginde olmak istememesidir bu tavır. Batı’nın haline, Doğu’nun mazisiyle göğüs germek hissi derinden tüter cümlelerinde. Hatta Uzak Doğu’nun… Sonrasında bir onulmaz sılada bulur kendini Meriç. Ve sılada ölür zaten.” (Metin Boşnak, 1 Aralık 2012, Ankara Gazetesi)

‘Batı’nın menfaatleriyle sınırlandırılmış’ Doğu milletlerindeniz biz. Batı’ya karşı durmak, onun ilmine, irfanına da karşı durmak olarak anlaşılmış ve kitaplar, kütüphaneler, ilimler, düşünen adamlar uzaklaştırılmıştır hayatımızdan. Fikre düşman olmuş, düşünen harice itilmiştir. Geniş toplum kesimlerinin hoşuna gidebilecek, ‘demokratik’ safsatalarla; Batı’nın okullarından uzaklaştırılmış, ahlak çevresinden kovulmuş, işe yaramaz, lüzumsuz bilgilerin kafalara doldurulma dönemine girmişizdir. Burada, Batı’nın, bizlere düşman tavrını okumak da iş göremezliğimizin müracaat edeceği sahte bir sığınağı olarak imal edilmiştir. Meriç, Batı’ya karşı dururken, arkasına Doğu irfanını almış. Biz, Batı’ya karşı durma acemiliğini, Doğu’ya da küserek göstermişiz. Doğu hayatımızın hiçbir noktasına sokulmazken, Batı’nın da okullarına ancak seyretmek üzere girmişken, ne ona, ne de buna yaranabilmişizdir. Batı’da tahsil yapanlar, her nerede bitirmişse okulunu, o ülkenin hazır elemanı olup çıkmışlardır. Yakın geçmişte Alman çıkarları doğrultusunda iş yapanlarla, İngiliz (ABD) menfaatleri doğrultusunda kararlar alanlar arasındaki mücadeleye tanık olmuştuk.

Cemil Meriç, Batılıların fevkinde Batı’yı bellemiş ve kavramıştı. Kuru kuruya inat olsun kabilinden bir karşı çıkış değildi onun karşıtlığı. Batı’nın karmaşasının, insan bilmezliğinin, Hakk’a inatkârlığının karşılığına, Doğu irfanıyla çıkmıştı. Doğu’nun sükûneti, derinliği, Hakk’a yürüyüşü, inceliği hiçbir noktasında bulunamazdı Batı’da. Ayrılınması gereken çizgi burasıydı. Nitekim, küreselleşme dönemlerini yaşadığımız günümüzde, küresel dev şirketlerin halkları sömürmeleri, istedikleri ülkelerin idarecileri ile kedinin fareyle oynaması gibi işlerle oyunlaştıkları, istedikleri ülkelerde silahlı darbelere giriştikleri.. Göz önüne alındığında, Meriç’in vermek istedikleri apaçık anlaşılmaktadır. Doğu irfanı kendi ülkesi ve sair ülkelerde huzura doğru at koştururken, Batı kendi içinde kanunlarla, polislerle sıkıştırılmış sahte bir mutluluk ve fakat sair ülkelerde kargaşaya doğru gitmektedir.

Şöyle söyler Meriç:

“Doğu, gönlün, aşkın, hayâlın vatanıdır,
Batı, aklın, tekniğin, realitenin vatanı.”

Ne birinci cümledeki zarafetin farkında olmuşuz, ne de ikinci cümledeki nefasetin.

Suçu ve suçluyu Batı’da aramaktan vazgeçtim.

Suçlu ayağa kalk.

Türk aydınlarının tamamı kalkmalı.

Karar infaz memuruna tebliğ edildi. Darağacı her bir aydın, her bir akademik unvanlı kişiler için hazırlandı.

İskemleyi ise herkes kendisi itekleyecek. Hiç olmazsa ölümü kendi memleketinde kendi kendine olsun.

İyi niyetli, fakir, masum milletim.



1 yorum:

  1. Abdurrahman Biçer:

    Aynı makalenize daha önce de bir yorum yapmıştım onu buraya naklediyorum:

    Doğu; adı üstünde işte...

    Gönlün, İnancın, Aklın, Fennin doğduğu yer...

    Batı; bu sebeple kendi aidiyetini gizlemek ve hükümdar olabilmek için Doğu'yu kendi çıkarları için sınırlamıyor mu?...

    Yazılacak kitaplar var konu hakkında; azıcık akıl taşıyanlar için de; anlayamadığım bir mevzuu var Cemil Meriç'te...

    O; her enlellektüel tartışmasına " Renan'dan bu yana " diye başlar. Halbuki Türk Entellejensiyasının kökleri binlerce yıl derinlerde...

    Ya Ernest Renan öyle mi?...

    Onun geçmişi toplam olarak 150 yıllık bir mesafede...

    Ernest Renan hakkında da şunları ilave etmiştim:

    Ernest Renan'dan bazı özlü sözler:

    Ahlak da, sanatta olduğu gibi hiç konuşulmaz, yaşanır.

    Bir millet; ancak geçmişi çarpıtılarak oluşturabilir. Geçmişini çarpıtmadan bir millet oluşturmak mümkün değildir.

    Eğer hayattan; size verebileceğinden fazla bir şey beklemezseniz, yaşayışı çok tatlı bulacaksınız, yalnız çok çalışınız.

    Hayattan yakınanlar, ondan olmayacak şeyler isteyenlerdir.

    Her Fransız vatandaşı, 1572'deki Protestan kıyımını, hatta 13.yüzyılın Güney Fransa'sındaki engizisyonu unutmak zorundadır.

    Hiçbir zaman bir Cami'ye güçlü bir coşku hissetmeksizin, hatta itiraf edeyim, müslüman olmadığıma hayıflanmaksızın girmiş değilim!

    Hiç kimse tarihi değiştirmeden yazamaz.

    İnsanları inandıkları şeylerden vazgeçirmek bir şeye inandırmaktan daha zordur.
    Tarihi yanlış yazmak bir millet olmanın ayrılmaz parçasıdır.

    Tanrım, eğer varsan ruhumu kurtar benim, tabii bir ruhum varsa.

    Ulus, hatırladıklarımız kadar unuttuklarımızla oluşur.

    Onlar, on iki, ben birim, ama hak bendedir. Hepsini devireceğim.

    Buyrun; Renan'ı tefsir etmeye...

    YanıtlaSil

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...