Cennet Mekân Cemil Meriç’in
bir kitabını karıştırıyordum. “Doğu,
Batı’nın menfaatleriyle sınırlıdır” cümlesini okuyunca zınk
diye durdum, kitabı kenara bıraktım. Bu kadar kâfiydi.
Bir cümlede bir kütüphane
gizli.
Doğu’nun göz alıcı
devirlerini bilmeden, Batı’nın halini anlayabilmek aslında mümkün değil.
Nasıl da sınırlandırıverdim
Batı’yı. Doğu tarihini bilmek ve anlamak kaydıyla.
Muhayyel mahkemeler
kuruyorum, Sanık yok bu duruşmada. Sanık, mağdur, tanık, mazlum, savunucu en
sonunda belli olacak. Ha, infaz memuru da hazır bekliyor, bir adet cellâttan
ibaret.
XVI. Yüzyıl sonlarına kadar
yapılan tüm duruşmalardan yüz akı ile çıkıyoruz. Hakk’ımızı alıyor, Hakk’ı
teslim ediyoruz. Problem yok. Dünyanın en iyi üniversiteleri, Hakkaniyetli
kararlar veren mahkemeleri, bileği bükülmez en büyük ordusu… Hepsi, hepsi
sınıfı geçiyor. Üstelik hiçbir suçta isnat edilemiyor.
İlmin gelişmesi elbette
mevcut ilmin üzerine yapılan inşa iledir. Mevcut ilim düzeyini sıfırlayıp,
yeniden baştan başlamanın anlamsızlığı ortadır. Tabiî ki Batı, ilmin bulunduğu
o devirdeki en mükemmel seviyesi olan Türk-İslam medeniyeti üzerine yapılan
geliştirmelerle, ilerlemelerle bugünkü seviyesine varmıştır. ‘Bize
ne İslam medeniyeti’ dememiştir. Batı bizden ilmi alırken, biz
ilmi, üniversitelerimizden kovmuşuz. Bize nakli ilimler yeter demişiz. Fen
bilimlerini, astronomiyi, tıp ilimlerini kapı dışarı etmiş, sarıklı ama
Allah’tan bihaber kafalara teslim etmişiz üniversitelerimizi.
Sonraları, Allah’ı da kovmuşuz
fikir dünyamızdan. Kovmakla kalmayıp, yeni, yepyeni tanrılar imal edip
medreselerin tedrisatlarına eklemişiz. Yetişen kafalar da elbette hocaları gibi
olacaktır.
Şimdi XXI. Yüzyıldayız. Son
300 yıldır içine düştüğümüz badireden çıkmaya çalışmayı bile akıl edememişiz.
Mesela, son 30 yıldır tartıştığımız bir başörtüsü meselesi vardır. Otuz yıldır
tartışırız ve fakat hala bir sonuca bağlayamamışız. İkide bir önümüze çıkar.
Yolumuzu keser. Son günlerin tartışma konusu da, imsak vakti. Yarım saat erken
oluyormuş, geç olmalıymış, yarım saat fazla aç kalınıyormuş… Ne anlamsız, ne
lüzumsuz bir tartışmadır? Sanki bu ülkenin astronomi fakülteleri yok. Sanki bu
ülkede matematik bilenler yok. Zor mudur saatin hesabını yapmak? Ne diye boşuna
bu milletin zamanını, emeğini, gücünü, çalışma azmini, ibadet şevkini
kırarsınız? Oturun adam gibi anlaşın ve sessizce bitirin bu meseleyi. Yok,
yapamazlar, tartışsınlar ki, kendilerinin ne kadar büyük bir ilim sahibi
olduğunu herkes anlasın. Ah kibir!
“Cemil Meriç, Batı’nın karşısına
çıkarken aslında eski ‘Hind’i arkasına alarak göğüslemek ister. Galip kafalı
entelektüelin mağluplar liginde olmak istememesidir bu tavır. Batı’nın haline,
Doğu’nun mazisiyle göğüs germek hissi derinden tüter cümlelerinde. Hatta Uzak
Doğu’nun… Sonrasında bir onulmaz sılada bulur kendini Meriç. Ve sılada ölür
zaten.” (Metin Boşnak,
1 Aralık 2012, Ankara Gazetesi)
‘Batı’nın menfaatleriyle
sınırlandırılmış’ Doğu milletlerindeniz biz. Batı’ya karşı durmak, onun ilmine,
irfanına da karşı durmak olarak anlaşılmış ve kitaplar, kütüphaneler, ilimler,
düşünen adamlar uzaklaştırılmıştır hayatımızdan. Fikre düşman olmuş, düşünen
harice itilmiştir. Geniş toplum kesimlerinin hoşuna gidebilecek, ‘demokratik’
safsatalarla; Batı’nın okullarından uzaklaştırılmış, ahlak çevresinden
kovulmuş, işe yaramaz, lüzumsuz bilgilerin kafalara doldurulma dönemine
girmişizdir. Burada, Batı’nın, bizlere düşman tavrını okumak da iş
göremezliğimizin müracaat edeceği sahte bir sığınağı olarak imal edilmiştir.
Meriç, Batı’ya karşı dururken, arkasına Doğu irfanını almış. Biz, Batı’ya karşı
durma acemiliğini, Doğu’ya da küserek göstermişiz. Doğu hayatımızın hiçbir
noktasına sokulmazken, Batı’nın da okullarına ancak seyretmek üzere girmişken,
ne ona, ne de buna yaranabilmişizdir. Batı’da tahsil yapanlar, her nerede
bitirmişse okulunu, o ülkenin hazır elemanı olup çıkmışlardır. Yakın geçmişte
Alman çıkarları doğrultusunda iş yapanlarla, İngiliz (ABD) menfaatleri
doğrultusunda kararlar alanlar arasındaki mücadeleye tanık olmuştuk.
Cemil Meriç, Batılıların
fevkinde Batı’yı bellemiş ve kavramıştı. Kuru kuruya inat olsun kabilinden bir
karşı çıkış değildi onun karşıtlığı. Batı’nın karmaşasının, insan
bilmezliğinin, Hakk’a inatkârlığının karşılığına, Doğu irfanıyla çıkmıştı.
Doğu’nun sükûneti, derinliği, Hakk’a yürüyüşü, inceliği hiçbir noktasında
bulunamazdı Batı’da. Ayrılınması gereken çizgi burasıydı. Nitekim, küreselleşme
dönemlerini yaşadığımız günümüzde, küresel dev şirketlerin halkları
sömürmeleri, istedikleri ülkelerin idarecileri ile kedinin fareyle oynaması
gibi işlerle oyunlaştıkları, istedikleri ülkelerde silahlı darbelere
giriştikleri.. Göz önüne alındığında, Meriç’in vermek istedikleri apaçık
anlaşılmaktadır. Doğu irfanı kendi ülkesi ve sair ülkelerde huzura doğru at
koştururken, Batı kendi içinde kanunlarla, polislerle sıkıştırılmış sahte bir
mutluluk ve fakat sair ülkelerde kargaşaya doğru gitmektedir.
Şöyle söyler Meriç:
“Doğu, gönlün, aşkın, hayâlın vatanıdır,
Batı, aklın, tekniğin, realitenin vatanı.”
Ne birinci cümledeki
zarafetin farkında olmuşuz, ne de ikinci cümledeki nefasetin.
Suçu ve suçluyu Batı’da
aramaktan vazgeçtim.
Suçlu ayağa kalk.
Türk aydınlarının tamamı
kalkmalı.
Karar infaz memuruna tebliğ
edildi. Darağacı her bir aydın, her bir akademik unvanlı kişiler için hazırlandı.
İskemleyi ise herkes
kendisi itekleyecek. Hiç olmazsa ölümü kendi memleketinde kendi kendine olsun.
İyi niyetli, fakir, masum
milletim.
Abdurrahman Biçer:
YanıtlaSilAynı makalenize daha önce de bir yorum yapmıştım onu buraya naklediyorum:
Doğu; adı üstünde işte...
Gönlün, İnancın, Aklın, Fennin doğduğu yer...
Batı; bu sebeple kendi aidiyetini gizlemek ve hükümdar olabilmek için Doğu'yu kendi çıkarları için sınırlamıyor mu?...
Yazılacak kitaplar var konu hakkında; azıcık akıl taşıyanlar için de; anlayamadığım bir mevzuu var Cemil Meriç'te...
O; her enlellektüel tartışmasına " Renan'dan bu yana " diye başlar. Halbuki Türk Entellejensiyasının kökleri binlerce yıl derinlerde...
Ya Ernest Renan öyle mi?...
Onun geçmişi toplam olarak 150 yıllık bir mesafede...
Ernest Renan hakkında da şunları ilave etmiştim:
Ernest Renan'dan bazı özlü sözler:
Ahlak da, sanatta olduğu gibi hiç konuşulmaz, yaşanır.
Bir millet; ancak geçmişi çarpıtılarak oluşturabilir. Geçmişini çarpıtmadan bir millet oluşturmak mümkün değildir.
Eğer hayattan; size verebileceğinden fazla bir şey beklemezseniz, yaşayışı çok tatlı bulacaksınız, yalnız çok çalışınız.
Hayattan yakınanlar, ondan olmayacak şeyler isteyenlerdir.
Her Fransız vatandaşı, 1572'deki Protestan kıyımını, hatta 13.yüzyılın Güney Fransa'sındaki engizisyonu unutmak zorundadır.
Hiçbir zaman bir Cami'ye güçlü bir coşku hissetmeksizin, hatta itiraf edeyim, müslüman olmadığıma hayıflanmaksızın girmiş değilim!
Hiç kimse tarihi değiştirmeden yazamaz.
İnsanları inandıkları şeylerden vazgeçirmek bir şeye inandırmaktan daha zordur.
Tarihi yanlış yazmak bir millet olmanın ayrılmaz parçasıdır.
Tanrım, eğer varsan ruhumu kurtar benim, tabii bir ruhum varsa.
Ulus, hatırladıklarımız kadar unuttuklarımızla oluşur.
Onlar, on iki, ben birim, ama hak bendedir. Hepsini devireceğim.
Buyrun; Renan'ı tefsir etmeye...