“Çirkin bir şarkının minarelerden söylendiği günlerden geçtik”.
Hatırımda kalan en kuvvetli saldırı bombası bu cümle oldu. Koltuğunu sağlamlaştırmanın
bir yolunu da, düşmanlıklar yaratmak ve düşmanlığı beslemek olarak okumuşlar,
anlamışlar. Olabilir, tercihleri böyledir, saygı duymasam da, belki de
yapabileceğim bir şey olmadığından şimdilik susmak zorundayım. Şunu yapabilirim
ancak; belki öğüt yerine geçer. Düşmanlık üretmek, düşmanlığı beslemek, ne Türk
örf adetlerinde, ne de aldığımız manevi eğitimin bir noktasında vardır. İmam
Hatip Mektebini bitirmiş, bu düşmanlığı üreten zevat. Şu sözler de kendisine
ait. “Camileri meyhane yaptılar.”
Oy devşirme heyecanıyla
sözler (hakaretler) havada uçuşurken, ana muhalefetten bir soru gelir zat-ı
âlilerine, bir-kaç yıl evvel gündeme oturan Deniz Feneri yolsuzluklarıyla
ilgili. Adaletin; Paranın Başbakan’a değil, Başbakanlığa geldiği yönündeki
kararı üzerine; “Başbakanlığa
gönderilen paranın varlığı sabit olduğuna göre, bu paranın akıbeti nedir?”.
Soru, iki lafının arasında dini kelimelerle, kavramlara vurgu yapan ve
Müslümanlığını her daim gündemde tutan ve Müslümanlığını kendisini
dinleyenlerin gözüne gözüne sokan zata sorulmuştur. Verileceğini zannetmiyoruz,
verilirse cevabına bakacağız. Soru, durmaksızın kendisinin Müslüman olduğunu
hatırlatan kişiye sorulmuştur! Enteresan! Müslüman ‘elinden, dilinden, belinden
emin olunan’ kişidir. Böyle bir soru Müslüman’a niçin sorulur?
Yazı tam buraya gelmişken
sosyal medya sayfasında C. G. Jung’a ait olduğunu belirttiği bir söz yazdı
dostumuz, buraya almazsak olmaz: “Açı
doyurduğumda, hakareti affettiğimde, düşmanımı sevdiğimde… Bunlar güzel
erdemler. Fakat ya dilencilerin en fakirinin, suçluların en gaddarının da kendi
içimde olduğunu fark edersem. Ya şefkatime en muhtaç kişinin sevilmeye en
muhtaç düşmanımın kendim olduğunu fark edersem. O zaman ne olacak?”
***
“İftar konuşmalarıyla daha da artan tehlikeli gerilimler, günde üç kez
açılıp kapanan parklar, bulunamayan katiller, Fas’a uçan palalılar, komşuyu
komşuya gammazlatma şenlikleri, her durumda kendini sonsuz haklı görmeler, adil
olmak yerine taraf olmayı seçenler, cadı avları, iftirayı iftira olduğunu
bildiği halde havalandıranlar, sıkılmış yumruklar, tavan yapmış öfkeler… Tam da
İsmet özel’in dediği gibi bir ortam: İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse
öbürüne sağır”
Cümlelerini yazdıktan sonra
tatile gider Ahmet Hakan. Kaçar adeta. “Bu sağır durum bunalttı beni” der, Hakk’lı
olarak. Bir zamanlar içinden çıktığı camiada, Hakk’ın unutulduğu, menfaatlerin
üst perde yaptığı zamanlarda kaçmak en iyisiydi.
“Müslüman değerleri öyle kullanıyorlar ki, Müslüman değerleri zehirden
beter hale getiriyorlar. Adaleti, hukuku Müslümanlık adına yok sayıyorlar. Atom
bombasından daha tehlikeli durumdayız. Tayyip Erdoğan’ın hükümetini mi yoksa on
tane atom bombasını mı tercih edersiniz deseler, neredeyse on atom bombasını
tercih eder hale geliyoruz” şeklinde haykırıyor Nihat
Genç.
Atom bombası ile parça
parça oldu millet, AKP’nin menfaat, saltanat bombası.
Uyanış başladı, artık
ezberlenmiş manevi cümlelerle aldatılamayacak, çünkü “suçluların en gaddarının” oy
verdiklerinin içinde olduğunu anladı. En tepede oturanın bağırışları artık
kulakları tırmalamaya başladı. Sinir katsayıları yüksekliği dayanılmaz acılara
gark ediyor insanları.
Sebep tek kişi.
Recep Tayyip Erdoğan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder