28 Ekim 2011 Cuma

İkisi de ‘Bey’di

Biri İlbey, diğeri Gülbey.

İlbey Türkiye’nin batısındaki köylerin birisinde, Gülbey Türkiye’nin doğusundaki köylerin birisinde yaşayan, benzer özellikleri taşıyan ailelerin çocukları idi. Hikâye bu ya… Benzer dünyalarda, benzer hayatları yaşayıp benzer zamanlarda benzer görevleri üstlendiler…

Ben onlara batı beyi, doğu beyi diyorum.

Öyle bir kardeş oldular öyle bir kardeş oldular ki, analarına yazdıkları mektuplarda  “bey” kardeşlerin birbirlerine selamını iletirlerdi. Birbirlerine anlatmadıkları mahrem hayat tarzlarındaki gizlilik kalmamıştı.

Kader yirminci yılın sonunda her iki beyi Türkiye’nin doğu bölgesinin yüksek dağlarında askerlik hizmetini yapmak üzere birleştirmişti.

Doğu beyi uykularından kan ter içinde sırılsıklam her uyandığında batı beyinin kucağına düşüp onun besmele çekerek  “ kardeşim… “ kolunu doğu beyinin omzundan geçirerek bağrına basmasıyla tereyağından kıl çeker gibi gül beyi  (sıkıntılı) uykusundan uyandırıp sırasında tokatlayarak bile uyandırıp bağrına bastığı zamanlar çok olmuştur. Bu sıradan bir arkadaşlık hatırasıdır.

Batı beyi bir gün (bakmayın bir gün dediğimize) :

Komutan nöbetçi kontrol devriyesini yapacağı sırada, nöbette olması gereken İlbey’ in yatakhanede uyumakta olduğunu bilen Gülbey komutanın önünü keser ve ondan önce İlbey’in nöbet mahalline ulaşır. Nöbetçi yerinde görev alır. Bir kaç dakika sonrada nöbetçi komutan o bölgeye ulaşır. Gerekli tekmillerden sonra komutan :  “Sen İlbey değilsin, kimsin sen?” belki de dünya dönmeyi unutmuştur belki de rüzgâr esmeyi unutmuştur, belki de önüne giren buluttan ötürü ay ışık vermeyi unutmuştur. Gülbey in gözleri kocaman kocaman oldu, elleri titredi silahı ha düştü ha düşecekti. Komutan: “Gülbey”  diye gürledi. Gülbey fısıltı ile “ emret komutanım “ diyebildi.

Batıbeyi ateşler içersinde yatağında memleketi, anası babası ne bileyim işte… Gözü kapalı bir şekilde sayıklayıp duruyordu. Nöbetçi komutan yanındaki çavuşa  “vukuat yoktur yaz oğlum” “ yalnız yarın Gülbey benim yanıma gelsin, unutma haa diye tembihledi.”

İşte böyle birbirlerinin nöbetlerini bile tutarlardı. Öylesine kardeş olmuşlar, öylesine bir ikili oluşturmuşlardı, öylesine kaynaşmışlardı ki, birisinin adını desen ikisi birden ayağa kalkardı. Bu hallerini ise komutanları dahil herkes bilirdi birliklerinde.

Gecenin zifir karanlığının ortasında nöbetçiler; “Silah başına.. silah başına” diye bağırdılar. Adeta birliğin yerleştiği karakolun dört bir yanı sarılmış, her tarafından ağır silahlarla ateş ediliyordu. Cehennem gibi, dört bir yandan şarapnel parçaları uçuşuyor, lav silahları, roketler yakıp geçiyordu. Karakoldaki sınırlı sayıdaki askerler ellerindeki piyade tüfekleri ve makinelilerle teröristlere karşılık verseler de etkili olamıyorlardı. Karakol komutanı zorlukla Tugay’ı arayabilmiş, durumu rapor etmişti, yardım ha geldi, ha gelecekti. Çok uzun sürmedi saldırı. Teröristler planlandığı gibi belli bir anda hep birlikte susturdular silahlarını ve çekildiler. Gecenin karanlığında kayboldular.

Komutan mevzisinden doğrulup, etrafa göz gezdirdi. Çapulcuların çekilip gittiklerinden emin olduktan sonra, “kayıp var mı, yaralı var mı?” emrini verdi.

Çavuş mevcudu ortaya topladı. Nöbetçiler yerlerine dağıldı.. Acele sayım yapıldı. İki kişi eksikti. Yeniden sayıldı, bir daha sayıldı. Eksik iki kişi idi.

Karakolun içi, mutfak, tuvaletler arandı. Oralarda kimse yoktu.

Komutan: “İlbey..” dedi. Ses çıkmadı. Gülbey diyemedi.

Onlar asla ayrılmazlardı.

Ertesi günü gazeteler, biri Doğudan biri Batıdan iki Bey’in şahadetini yazıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...