Cenaze merasimlerinde göze
çarpan hakikat; törendeki kalabalık, zenginlerin iştirak ettiği törenler,
erkân-ı devletin katıldığı törenler, ahalinin ekseriyetle iştirak ettiği
törenler…
Derler ki umumiyetle, -“ne kadar kalabalıktı, Allah’ın sevgili
kuluymuş. Filanca bile vardı cenazede..” gibi laflar.
Üzerinde durulmaya değer. Böyle mi acaba?
“Bir garip ölmüş diyeler / Üç günden sonra duyalar / Soğuk su ile
yuyalar / Şöyle garip bencileyin” (Yunus Emre)
Yunus’un tarif ettiği
cenaze merasimine kaç kişi katılmıştır acaba?
Şimdi ilçenin adını vermeye
lüzum yok. Gerçekten o ilçeden olanlar, ilçenin ileri gelenlerinden olanlar,
vefat ettiklerinde öteden beri hazırlanmış olan ilçenin büyük mezarlığına
gömülürler. Sonradan o beldeye göç etmiş olanlar veya kimsesi olmayanlar ise
‘garipler mezarlığı’ denen kabristana defin edilirler. Duyduğumda ben de hayret
etmiştim. Gariplik böyledir. Fakirlik böyledir. Eşraftansa uygulama başka,
itilmişlerdense uygulama bambaşka. Cenaze merasimindeki görevli imam bile,
cenazenin eşraftan veya zengin bir aileye mensup birisi olmasına göre edeceği
duaların uzunluğunu ayarlıyor. Herhalde alacağı nakdi hediye ve ahaliden
alacağı övgülere göre… böylesi bir durumda cenazenin iyi birisi olduğu, takva
sahibi olduğu, hayırlı bir kimse olduğu hakkında ahalide kanaat uyanıyor.
Ya, kimsesi olmayan belki
de, Belediye’nin görevlileri tarafından mezarlığa götürülen ve bir-kaç kişi ile
defin edilen bir garibin durumu nedir? Ahali için; -“kötü bir durum. Günahkâr birisi. Cenaze namazına bile üç-beş kişi
kılmış. Allah nazarında sevilmeyen birisi. Sağlında çok kötülükler yapmış
birisi…” gibi anlatılır zan’a dayalı olarak.
Tarih boyunca cenaze
merasimleri, şehirden şehire, köyden köye, hatta aynı şehir içinde camiden
camiye, mahalleden mahalleye farklılıklar gösteriyor. Ama bir ortak yanları
var. Cenaze zengin ise, makam-şöhret sahibi ise her tarafta aynı, muhteşem
ilgi, gariban ise yine her tarafta aynı, muhteşem ilgisizlik.
Görüldüğü gibi, toplum
nazarında ‘seçkinlik’ mefhumu tamamen içeride yaratılan, vehimlerden kaynaklı
bilgilere dayanmaktadır. Asıl seçkin olanlar, mal-mülk, şan-şöhret sahipleri
olmayabilir. Kim bilir belki de, asıl seçkinler, malsız mülksüz, şanı şöhreti
olmayanlardır. Gizli ilimlerin kimin kalbinde gömülü olduğunu nasıl anlayacağız
da, düşmanlıklarımızı sürdüreceğiz. Zordur. Gerçi, anlayan anlar. Bilen bilir.
Yaşayan hem anlar, hem bilir. Zaten onlar birbirlerini, bir bakışta bilirler
ki, onların yüzünde Nur-u Muhammedî parıltısı zahirendir bilen bilir.
Yazımıza başlık aldığımız
mısra Şeyh Galib’e aittir ve beyit şöyledir:
“Reh-i Mevlevîde Gâlib bu
sıfatla kaldı hayrân
Kimi terk-i nâm u şâne kimi it`ibare düştü “
Kimi terk-i nâm u şâne kimi it`ibare düştü “
Dünya zenginliği,
şan-şöhret sahiplerinin cenazeleri de varlıkları! gibi kuvvetli olur.
Gariplerin, Allah’tan başka dostu olmayan kimsesizlerin ise son yolculukları da
bir başlarına olur. Kimi itibar peşinde iken, kimi de şan-şeref biriktirir.
Artık farkını da okuyucu kendisi anlasın.
Bu dünyaya gelen herkes,
kendine biçilen elbiseyi giyiyor ve üzerine yüklenilen vazifeyi yapıyor. Kimisi
bilerek, kimisi farkına varmadan vazifenin uygulayıcısıdır.
Son hafta iki önemli vefat
haberi aldık. Sanatçı Zeki Alasya ve eski Genel Kurmay Başkanı olup, kendisini
o göreve layık görenlere karşı yaptığı darbe ile yönetimi ele geçirerek,
Cumhurbaşkanı seçilen Kenan Evren.
Çok söz söylendi her
ikisinin de haklarında. Okuduğumuz ve kulağımızla duyduğumuz arifiyetten yoksun
sözler asla o kişiyi (ölüyü) bağlamaz. İyi idiler, kötü idiler. Geçtikten sonra
bu dünyadan haklarında sarf edilen sözler, o sözü söyleyeni bağlar ve onları
asla ilgilendirmez hakikat bile olsa. Acı tarafı şudur ki, söylenen sözleri
İslamiyet’in hediye ettiği bazı kelime ve kavramlarla süsleyerek
inandırıcılıklarını artırmak istemişlerdir. Böylece, taraftar kazanmak amaçları
da gerçekleşmiş oldu.
Kenan Evren’in yaptıkları
cümlenin malumudur. Sakın ola ki, şunu yaptı, bunu yaptı diyerek bizi
eleştirmeye kalkmayın. Bunlar bilgimiz dâhilindedir ve biz başka şeyler
söylemekteyiz. Biraz dikkatle ve düşünerek bakılırsa anlaşılmayacak derin
şeyler de değil sözlerimiz.
Törenlere gitmeyenler için
hiçbir sözümüz olamaz, biz de gitmeyenler arasındayız. Lakin merasime giderek,
cemaatin insicamını bozmak ne manaya gelir? Ne oldu yani, yüksek sesle 12
Eylül’e karşı durduğunuzu söylediniz de, hakkınızı helal etmediğinizi
söylediniz de bir şey mi oldu, insanlara bir şey mi öğrettiniz? Hayır, ölen
kabrine yerleştirildi, dualar edildi ve herkes evine döndü. Bir sözümüz de,
güvenlik sağlayıcılara olsun. Nasıl ki, İmam Efendinin –“Hakkınızı helal ediyor musunuz” sözüne,
bir kısım kişiler –“Helal
olsun” demişlerse, bir kısım kişiler de –“Helal etmiyoruz” deme
hakkına sahiptir. Niçin itip kaktınız, gözaltına almaya kalktınız insanları?
Bunlar yanlıştır.
“Harabat ehline hor bakma
şakirt
Defineye malik viraneler vardır” (Erzurumlu İbrahim Hakkı)
Son sözümüz şu olsun.
Beyitteki ‘virane’
kelimesini ‘İnsan’
manasıyla anlayıp, defineciler kadar akıllı olarak ‘İlim’ kazmaya nasipdâr olalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder