Siyasi dincilerin,
neo-liberallerin, neo-conların, eskimiş komünistlerin, gayr-ı Türklerin,
İngiliz muhiplerinin…
Atatürk düşmanı olmasını
anlayabiliyorum.
Bir Türk milliyetçisi
ÜLKÜCÜ’nün,
Asla anlayamıyorum.
Yazık!..
Ha Atatürk düşmanısın, ha
Fatih sultan Mehmet ne fark eder? Ha Atatürk düşmanısın, ha Yezit taraftarı ne
fark eder?
Durum aynı durum, savaş
aynı savaş.
Yukarıda sıfatlarını
verdiğim grupların kaynaklarından beslenerek, oralardan öğrenilen yalan-yanlış
bilgileri gerçek ve sahici bilgilermiş gibi yaymak ihanettir.
Başka bir tanım
bulamıyorum.
***
Ağacın kalitesi, meyvesinin
tadındadır. Neme lazım, yenmeyen meyveyi üreten ağaç? Bed kokulu çiçeğe duran
fide, alınmaz, satılmaz meyveleri bolca veren bitki…
Neme lazım?
Sözü, bugünkü yazısını
Erbakan övgüsüyle başlayıp bitiren bir yazar arkadaşımıza getirecektim. Üstelik
yazıda sıklıkla, ‘talebeleri’ tanımlamasıyla bugünküleri gündeme getirip,
Hocalarıyla mukayese ediyor ve hiç benzemediklerini, Erbakan’a kurban
olmalarını filan söylüyor. Talebeleri diyor ya! Yeterlidir. Hocanın iyisi,
kalitelisi öğrencilerine bakarak anlaşılır. Yetiştirdiği öğrencilerinin içinde
eğriler ve doğrular toplanır, sonuç nakıs ise verilecek puanda nakıstır o hoca
için.
Kusura bakmasın
arkadaşımız, görüşlerine asla katılmıyorum.
Kendi yönetiminde de
ülkenin ne kadar gerildiğini biliyoruz. Gerginlik politikası bunların ayakta
kalabilmeleri için sanki elzem bir politikadır. Uzlaşma bilmezler, dayatmayı
eleştirir görünürler lakin, dayatmanın alasını yaparlar, ‘yaratandan ötürü
severiz’ derler, yaratılan bir şey söylediğinde topluca hücuma geçerler,
kibirleri ile etrafta kül bırakmazlar, çok bildiklerinden olsa gerek, yolsuzluk
almış başını gidiyor…
Eee.. hiç mi yaptıkları iyi
bir şey yok? Derseniz eğer.
Yapmasınlar da görelim.
Derim.
Perde önüne serdikleri tek
dertleri vardı. Başörtüsü.
Halledileli epeyce olmasına
rağmen, hala ondan oy devşirmeye devam ediyorlar.
En yukarıdan en alt
tabakaya kadar, buldukları üç-beş kişiye anlattıkları başörtüsü. Bırakın,
başkalarına anlatmayı, kendi kendilerine yaptıkları toplantıların da ana konusu
başörtüsü. Ne zulümler yaşamışlar, ne acı çekmişler, Amerikalarda okumuşlar,
Türkiye’de okuyamamışlar filan, filan.
İşte, yazar arkadaşımızın
övdüğü Hoca’nın yetiştirmeleri.
Fazla söze gerek yok.
Dünyadan göçmüşlere Rahmet
dileriz. Göçeceklerin de aklını başına devşirmesini talep ederiz.
Hepsi bu…
***
“Devlet bizi kabul
etmezse biz de devleti kabul etmeyiz. Onun hiçbir yasasını kabul etmiyoruz.
Kendi yasalarımızı, kendi kurallarımızı uygulayacağız. Kendi yasa ve
kurallarımıza dayanarak mücadelemizi sürdüreceğiz” -Cemil Bayık-
Demek ki, neymiş? ‘mücadele
sürecekmiş’.. neymiş? Mücadeleymiş.
Sizin müzakereniz,
görüşmeleriniz laf, doğruyu terör örgütü lideri söylüyor. Mücadele.
Eşkıyanın yollarını
temizlediniz, dillerini uzattınız, hayat öpücüğünü verdiniz…
Ne oldu?
Köpekle, köpeğin anladığı
dilden konuşulur.
Ya, dilini keseceksin, ya
yolunu kıracaksın.
Eşkıyayı başımıza sultan
yapmayacaksın.
***
Dünkü (9.11.13) gazetelere
verilen ilana göre,
Sayın Başbakan’ımızın
oğulları,
20 Milyon Dolar’a satın
aldıkları 6. Gemiciklerini de bildirdiler.
Yürü Bilal kim tutar seni?
Kızlı-erkekli tartışmasının
altında bu açıklamayı gördürmeme çabası mı var acaba?
***
Koca bir yalan yüklenir
hayatımıza
İnce, derin, anlamsız.
Ne sevgimiz, ne
düşmanlığımız sahici
Geri kalanlar sevgi’den
yana bir bir,
Tükenip hayatımızdan,
Verirse de,
Zahmetsiz.
İsyan, ihanet, kin, husumet…
ne varsa
Olmaması lazım gelen
Öldürür sevgiyi bir bir.
Birlik – sevgi ne belaymış
ki,
Yolda yalnızlar bilir.
***
Abdullah Öcalan, ısrarla
müzakerelerin bir yasal güvenceye kavuşturulmasını istemektedir. Neden?
Çünkü biliyor ki,
yapılanlar kanunlara ve anayasaya aykırıdır.
Yani, ileride hem
müzakereyi yapanlar, hem de müzakere de taraf olup, sekreterliğini yapanlar ve
basın yayın araçlarıyla yayanlar suç işlediklerinden yargılanacaklar ve gereken
cezaya çarptırılacaklardır. Şimdiki haliyle bundan kurtuluş yok.
Bunu bebek katili biliyor.
Başbakan bilmiyor.
Bir de etrafında onlarca yüksek
maaşlı danışman çalıştırıyor.
Bizden hatırlatması.
***
“’Ulan’ kaba bir hitap biçimi. Konu Ahmet Kaya olduğu için, Başbakan’ın
kullandığı ‘ulan’ kelimesi cümlenin başına yakışmış. Siyasetin sağını solunu
kurcalamadan hakkını teslim edelim: “Ulan hepiniz oradaydınız be” ifadesi de
yerini bulmuş.”
Diyor Mümtaz’er Türköne!
Ne denir?
Milletvekilliği cepte
galiba…
Yalakalığın da böylesi…
Hem kaba diyeceksin, hem de
yerini bulmuş! Olur mu böylesi?
Olur, olur…
Hem nalına, hem mıhına: kim
nasıl isterse öyle anlasın!...
Düşünceleriniz yazılarınız mükemmel... Bu bloğu tanıtmak için elimden geleni yapmak isterim.
YanıtlaSil