Yazımızın başlığı Afşar
Zeybekoğlu’nun ‘Yalnızlaştırılmış
Türk ve iç Savaşın Ayak Sesleri’ başlıklı yazısından ödünç
olarak alınmıştır. Yazısı acılarla dolu Zeybekoğlu’nun. Muhteşem elbiseler
giydiğinin zannında olan krala, çıplaklığını haykıran bir metin. “Türk ordusu fiilen terhis ve yok
edilmiştir!” cümlesi ise, hal-i perişanımızın aynası. Ordu
terhis edilmişse, yapılacak tek iş tapu kayıtlarını taşıdığın toprakları terk
edeceksin, çünkü onun koruyucusu artık kendinde değil. Öyleyse suskunluk niye?
derin yalnızlığa mahkûm edilmişliği ile derdine çare arayan biçare, elden
ayaktan kesilmiş, zavallı bi-mecal, yılana sarılmayı bile akıl edemeyen garip
bir toplum. Suskunluk sebeplerinin başında ise kahrolası “menfaatperestlik”
geliyor. ‘Ben kurtulayım da..’
hodkâmlığı.
Ülkemizde açıkça görülür
ki, bilim-felsefe-din ilişkileri bakış açısında daima bir çatışma söz
konusudur. Nurettin Topçu bu çatışmanın, “bilgisizlikten ya da kişisel menfaat ve ihtiraslardan”
kaynaklandığını tespit etmiştir. (Nurettin Topçu Kültür ve medeniyet) “Bu iki nedenden ikincisi ahlaki bir
sorundur. İlki ise bu ahlaki sorunun kaynağıdır. Bu iki neden, bilim-felsefe ve
din arasında çatışma olduğunu savunmakta ortak paydaya sahip iki karşıt kutbun
yani metafizik karşıtı filozoflar ve mutaassıp, sözde dindarlarının halini de
açıklamaktadır bize.” (Mehmet Birgül, Nurettin
Topçu’da felsefe-din ilişkisi problemi)
Kadim derdimiz, Atatürk’ten
evvel ve terk-i dünya edişinden sonraki dönemlerde, maneviyata düşman iman
yoksulları ile ilme düşman akıl yoksullarıdır. Ne gariptir ki, belirtilen
zamanların tek iktidar hâkimi hep onlardır. Biri diğerine terk eder
hükümetleri… Dolayısıyla onların iktidarlarının yetiştirdiği nesiller,
birbirlerini tanımazlar, anlamaya çalışmazlar, biri diğerinin yaptığını yıkmaya
çabalar, işimiz gücümüz onların atışmalarını, tatsız tuzsuz tartışmalarını
izlemektir. İki zayıf kayıkçının, sen geçeceksin, ben geçeceğim sıradanlığına
sıkıştırılmış garip bir kavgadır.
Ne yazık ki, bu kavgaların tarihi
süreci içinde ne onlardan, ne de bunlardan derin filozof yetişmemiş,
kıskançlıklarından maiyetlerindeki zavallı çalışanların da yetişmelerine mani
olmuşlar ve her iki gurupta taklitten öteye geçememişlerdir. Böylece, dünya
medeniyetine herhangi bir katkımız olamamıştır. Kaybeden dünya medeniyetiyle
birlikte tabii ki Türk ve Türkiye de olmuştur.
Prof. M. Kerem Doksat 20 Mayıs
tarihli yazısında: Gençliğe Hitabe’yi yazısına alıntıladıktan, hali hazır
vaziyeti de özetledikten sonra çeşitli sorular sorar ve kendisi cevaplandırır.
Bir sorusu ve cevabı şöyledir: “Peki,
yasal sivil toplum örgütleri, kurumlar ve câmialar (cemaatler
değil) bunun için ellerini taşın altına
sokmakta mıdır? –Hayır!. Neden böyledir?
- Çünkü oralardaki koltuklarında oturanlar ya din adına, ya ideoloji
adına, ya da şahsî menfaatleri uğruna gözlerini ışığın parıltısana kapatmış,
kendi narsizmlerinin kölesi olmuş, hâlâ bölücü, yıkıcı ve darmadağın edici
faaliyetlerin içerisinde midirler? – Evet!”
görüldüğü gibi, her olmazın, her menfurun, her pisliğin altından bu ‘menfaat, menfaatperestler’ çıkmaktadır.
Şeytanlaşmanın bir türüdür
anlatılan. Her iki tarafta menfaatini gözetmeyene, maneviyatı ve aharı
önceleyene ‘enayi’ gözüyle bakar. İçine düşülen bu çukurdan ne din ne de akıl
düşmanları üstlerine alınmazlar, maalesef oylarıyla daima göreve getirenler de
bu durumu anlayamamışlardır ve derin uykularda renkli rüyalarıyla baş
başadırlar. Yeter ki, ihaleler alınsın, ithal ettikleri yalan yanlış mallar
satılsın, 7 yıldızlı otellerde harem selamlık tatillere halel gelmesin, imam
nikâhlı haramzedeliklerine dokunulmasın da… Ne olursa olsun.
Memleket yansın, vatan parçalansın,
millet sefalet içinde kıvransın, ekonomik verilerle oynanarak ilan edilen TÜİK
sayıları millet aleyhine sonuçlar doğursun, devlet idaresine yabancıların
dayattıkları kanunlar zorla uygulattırılsın…
“Oysa mevcut durum ‘memleketin dâhilinde iktidara sahip olanların siyasi menfaatlerini
müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit etmeleri’ durumudur.
Mevcut iktidarın hiçbir
meşruiyeti kalmamıştır. Bu bir işgal hükümetidir”
Derken, ne kadar Hakk’lı
olduğunu da teslim etmeliyiz Afşar Zeybekoğlu’nun.
Son tartışılan dershaneler
konusu da, iktidar ortaklarının birbirlerinin menfaatlerine dokunulmasının
hazmedilememesi tartışmasıdır. Yazık oluyor, çok yazık.
Halimizi ve kurtuluşumuzu
özetleyen ayeti kerime:
“Muhakkak ki Allâh, hakkını vermeyi, ihsanı (iyilik
yapmayı) ve yakınlara cömert olmayı
hükmeder… Fahşadan (nefsani davranışlardan), münkerden (imanın gereklerine ters düşen fiillerden) ve bagiyden (zulüm ve hakka tecavüz) nehyeder… Düşünüp değerlendirmeniz için
öğüt veriyor.” (Nahl/90)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder