15 Haziran 2010 Salı

“Et Fiyatları Neden Yüksek”

Kıbrıscık’ta bir kahvehane de…

Bir değil onlarca diyebilirim. İlçeyi baştan sona geçen 5-6 yüz metrelik caddenin kenarılarına kondurulmuş binaların her birinin altında birer kahvehane adeta…

Bolu Terminalinde Kıbrıscık’a giden -dolmuş- minibüse bindiğimizde, 80 Km. civarında olan bu yolu 2 saat lık bir sürede gidebileceğimizi söyledi şoförümüz. Bolu’dan çıkar çıkmaz muhteşem dağ, orman ve karlı kaplı ağaçlar manzarası ile karşılaşıyoruz. Ağaçlar kardan mantolarını giymişler uzun boylu insanlardan müteşekkil hücum vaziyetindeki orduyu andırıyordu. Yolun her iki tarafındaki ağaçlar yolu şemsiye gibi kapatmışlardı yer yer. Yukarıdan vuran güneş, ağaç üstündeki karları eritiyordu. Minibüs camına yukarıdan, kuvvetli yağan yağmurlar gibi karlı sular boşalıyordu. Bazen silecekler yetişmiyordu. Yollar üzerinde sık sık asfalt kalkmış, oyuklar, tepecikler oluşmuş, şoför durmadan direksiyon kırıyordu.

İki saatlık yolculuktan sonra, sanki 20 saattir yoldaymışcasına yorgunlukla vardık Kıbrıscık’a. Kısa bir işimiz vardı, görüşmeler… bittikten sonra şehir içinde şöyle bir dolaşıp (20 dakikada bitti), bir çay içmek üzere kahvehaneye oturduk. Taze demlenmiş çay iyi geldi. Nefeslenirken, etrafta okey oynayanların bakışı altında; fakir ilçede nelerin yapıldığını, hangi işlerle meşgul olduklarını anlamaya çalıştık.

Kahvehanenin önünden derisi kavlamış, kemikleri dışarı fırlamış iki inek ayaklarını sürüyerek yavaş adımlarla geçtiler.

-Allah Allah. Bu kadar orman, mera..bu hayvanlar niye bu kadar zayıf kaldı ki?..

Kenarda tek başına oturan, adının Süleyman olduğunu sonradan öğrendiğimiz ihtiyar, “selam” verip, yanımıza oturdu.

-Hoş geldiniz. Ne hizmetle buralardasınız?

Anlattık.

İlçe hakkında ufak bilgiler edindik. Sonra, biraz önce kahvenin önünden geçen inekleri sorduk. Bizi kahvehaneden dışarı çıkarttı. Kafasını kaldırdı, uzaklara doğru işaret parmağını uzatıp, karla kaplı Köroğlu Dağlarını göstererek.

-Oralar bizim yaylalarımızdır. İnanın, adam boyu ot yetişir oralarda. 8-10 yıl kadar önce, yaylalarda 1-1,5 milyon baş hayvan bulunurdu, şimdilerde 100-150 baş kadar ancak vardır…dedi. Süleyman efendinin gözleri yaşlıydı.

-Eee.dedi. koca profesör Tarım Bakanı, küçük işletmelerin verimli olmadıklarını, büyük işletmelere karşı rekabet edemediklerini söylerse, köylüde hayvandan, sütten, peynirden vazgeçer. Oysa, işletmecilik başka şey, köylünün ahırındaki bir inek, birkaç keçi, üç-beş tavuk başka şeydir oğul, köylü üretimi ile geçinebilmeli, fazlasını komşusu ile değişebilmeliydi, bu imkan elinden alınmamalıydı, şimdi yapılması gereken de budur. Her köylünün ahırında küçük-büyük baş hayvanları, kümesinde tavukları olmalıdır, ufak bir bahçede fasulye, soğan, maydonoz…üretebilmelidir..bu fırsatın bu köylüye bir daha verilmesi, ülkenin de kurtuluşu olacaktır.

Yaşlı gözleriyle ufuklara bakıyorken, bizi Bolu’ya götürecek minibüs geldi.

Vedalaştık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...