“Savaşın çapraşık ve bilgiççe bir tanımlaması ile işe girişmeyelim.
Savaşın özüne, düelloya bakmakla yetinelim. Savaş, çok daha büyük çapta olmak
üzere, düellodan başka bir şey değildir. Bir savaşı oluşturan sayısız kişisel
düelloları tek bir kavram içinde toplamak istersek, iki güreşçiyi düşünmemiz
uygun olur. Her biri, fiziki gücü sayesinde, diğerini iradesine boyun eğdirmeye
çalışır; en yakın amacı hasmını alt etmek, yıkmak, böylece tüm direnişini yok
etmektir.
Demek oluyor ki, savaş, hasmı irademizi yerine getirmeye zorlayan bir
şiddet hareketidir.
Şiddet, şiddeti göğüslemek için, bilim ve sanatların buluşları ile
silahlanır. Gerçi kaydedilmeye değmez bazı ufak tefek sınırlamaları devletler
hukuku yasaları adı altında kabul eder ama bunlar uygulamada savaşın gücünü
zayıflatmaz. Şiddet, yani fiziki kuvvet (çünkü devlet ve kanun
kavramlarının dışında manevi kuvvet diye bir şey yoktur), böylece savaşın aracı olmaktadır, ereği ise düşmana irademizi zorla
kabul ettirmektir. Bu ereği tam bir güven içinde gerçekleştirebilmek için, düşmanı
silahtan arındırmak gerekir ve işte bu silahsızlandırma, tanımlama gereği,
savaş operasyonlarının gerçek anlamda ilk amacıdır. Bu amaç son ereğin
yerini almakta, onu bir bakıma, savaşın kendisine ait bir şey değilmişçesine,
bir kenara itmektedir.” (Carl Von Clausewitz, Savaş Üzerine, sh. 14)
Unutulmasın ki, savaş
gayeye ulaşmak için bir araçtır.
Aklını kullanan, kurmay
subayın yapacağı ilk tespit, düşmanın amacının ne olduğudur. Amaç
belirlenebilirse, bu amaca ulaşmak için kullanılacak yolların hesabı
kolaylaşır. Bir de şu husus unutulmasın, savaş, savaşın başladığı anda
başlamamıştır. Ön hazırlık yıllar, yıllar evvel başlamış ve
olgunlaştırılmıştır. İşte kurmayın tespit edeceği de bu hazırlık dönemidir.
Düşman cepheye yerleşmiş, toplar, tüfekler patlarken, savaş gemileri denizden
döverken, uçaklar bombalarını yağdırırken siz kurmay olsanız, akıllı olsanız ne
yazar? Elbette bu zamanda da yapılacaklar vardır. Heyecanlanmadan, kıvrak zekânın
devreye girmesiyle, en azından kısa vadede kurtuluş ve refaha kavuşmanın
yollarını buluvermek, üstün subayların yapabileceği işlerdendir.
Yıllardır söyleriz, Türk
milleti bir savaşın içindedir diye. PKK yalnızca kendi halinde bir terör örgütü
değildir diye. Evet, bir savaşın içindeyiz, fakat düşman cephede henüz yerini
almamış, devşirdikleri ile işlerini kotarmaya çalışıyor. Devşirilenler hep
dağlarda eli silahlı teröristlerden de olmuyor. İçimize kadar sokulmuş kanlı
hançerlerini gizlemeyi başarabilmiş alçaklar, devletin tüm kurumlarına
yerleştirilmişler verilecek emri beklemektedirler. Son 14 yılımız binlerce
örneğini yaşadığımız felaketlerle geçti. Sıradan bir kurumda terfi ettirilmeyen
basit bir memurun hakkını bile savunamadığımız günler çok uzaklarda değil. Tüm
kurumlarda yapılmış olmasından da eminiz. Ve bunların toplamı, cephedeki
askerin elinden silahlarını almakla eş değer bir tesir üretmiştir.
Savaş alanlarının en
kıymetli silahı insandır. Karar mevkilerinde bulunanlar ise, yetişmiş en
kıymetli insandır. Öyleyse ne yapılmalı? Çok basit, karargâhı yetişmiş iyi
insanlardan arındırmak. Silah olmuş neye yarar, gez-göz arpacık ayarlamasından
sonra tetiğe basacak olmadıktan sonra.
Geriye doğru dönüp bakalım,
görüntü bir felaketin adım adım yaklaştığının resmidir. Defalarca söyledik,
defalarca söylendi. Kandan beslenenler olduk, kafatasçılar olduk, anaların
ağlamasını isteyenler olduk… Olduk da olduk.
Buyurun bakalım. Ülkeyi
getirdiğiniz yerden memnun musunuz?
“Ne mutlu Türküm diyene” özdeyişini ‘dağdan taştan silmek’
eyleminin bile getirdiği yerdir bulunduğumuz yer.
Atatürk düşmanlığı,
Cumhuriyet düşmanlığı nice azgın kişileri yetiştirdi. Türk’e karşı atılan her
nutuk, yazılan her makale doğal olarak Türk düşmanlığını artırmıştır.
Şimdi soralım: Türk’e
düşmanlığın en basit göstergesi nedir? Türk Ordusu’na karşı durmaktır.
Evet, kanlı darbe girişimi,
Türk tarihinin sayfalarında kara yerini almıştır. Darbeye iştirak edenler en
sert biçimde, en ağır cezalara çarptırılmalıdırlar. Türk adaletine inanıyoruz.
Bu olacaktır.
Şimdi darbeyi ve
darbecileri aşağılamak için, Mehmetçiğe yapılanları tasvip etmemiz mümkün
değildir. Neydi o sakallı IŞİD benzeri kişilerin, ne yaptığının bile farkında
olmayan ve silahını bırakmış Mehmetçiğe yaptıkları.
Ordumuz, PKK ve IŞİD belası
ile savaşmaktadır aylardır. Sayısını takip edemediğimiz Binlerce şehit
verilmiştir. Bu hengâmede karşılaştığı ihanet çemberinde, darbecilere
katılmayarak ve karşı durarak, milletin, devletin, demokrasinin yanında yerini
almıştır. Gözü dönmüş satılmışlar deşifre edilmiş ve adalete teslim
edilmişlerdir. Şimdi, masum Mehmetçiğe o çirkefliği yapanların da tutuklanarak
en ağır cezaya çarptırılmaları beklediğimiz bir adalet olacaktır.
Şunu yaptınız, bunu
yaptınız diyecek halimiz yok. Şimdi yaraların tamiri zamanıdır. Şimdi Türk
düşmanlarına gerekli derslerin verileceği zamandır.
Savaşın geldiği bu noktada
hedef Türk Genel Kurmayı, Ordu karargâhı olmuştur. Darbenin başlangıcı Üst
komutanların alıkonulmasıyla başlamıştır. Genel Kurmay basılarak, Başkan zorla
etkisiz hale getirilmiştir.
Ancak… Darbecilerin amacı
devletin bütün kurumlarına el koyarak, 80 darbesinde olduğu gibi uzun yıllar
yönetme isteği olamaz. Bence tek amaçları vardı. Vur-kaç taktiği ile
olabildiğince büyük zarar vermek. İnsanlara korku salmak, yöneticileri
düşünemez hale getirmek. Böyle olmasaydı, ne diye komutanları tutuklasınlar,
Genel Kurmay Başkanını enterne etsinler? Hazırladıkları ilanlar, demeçler,
tayin listeleri filan hikâyeyi tamamlayan belgeler. Onlar için devleti ele
geçirmek değildi amaç. Verilen görevi hızlı bir şekilde bitirmek ve kaçmak.
Çünkü üst komutanları ikna edemeyeceklerini biliyorlardı. Çünkü yola çıktıkları
kişilerle devleti ele geçiremeyeceklerini biliyorlardı.
Nitekim amaçlarına
ulaştılar. Günlerdir televizyonlarda asker elbisesi giymiş kişilerin
aşağılanarak, üstlerinin aranması, başları öne eğilerek iterek götürülmesi,
çıplak askerlerin teslim alınması… Gibi
resimler seyrediyoruz. Görülen her resim, askere olan kini artırıyor, gittikçe
de, askerin, dolayısıyla Türk ordusunun güvenilmez olduğu belleklere kazınıyor.
Artık iş adaletindir.
Devleti yöneten siyasilere düşen ise, tez zamanda, milletin orduya güvenini
sağlamak olmalıdır. Bu amaçtan olmak üzere, tutuklu darbecilerin tez elden
üniformaları çıkartılmalı ve sivil kıyafetlerle televizyonlarda görünmeleri
temin edilmelidir.
Bizim, ordumuzdan başka
neyimiz var? Bu darbeyi planlayan -üst akıl- ordu-millet ayırımının, millette
ordu düşmanlığının pekişmesinin, asker karşıtlığının zihinlere
yerleştirilmesinin istediğinden adım gibi eminim. Ve başarılan da budur.
Oyuna gelmeyelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder