“Sözünde durur musun”
sorusu,
sanırım cevaplanması en zor sorudur.
Neyse döneriz buraya, biz
hayal perdesi başlığına giriş yapalım.
Karagöz oyunun temel
yardımcı aleti, seyredenlerle, oynayan arasındaki perdedir. Oynayanın elindeki çubuklara
tutuşturulmuş kuklaların, arkadan gelen ışık sayesinde, gölge halinde perdeye
yansımaları ve oyuncu ustanın, çeşitli, ses ve müzik eşliğinde taklit
konuşmaları.
Şimdi seyirci yerindeyiz.
Salon ışıkları söndü. Perdenin ardından ışık belirdi. Gölgeler düştü perdeye.
Bir yandan zilli tef, bir yandan: -“Hay-ı Hâk” sesleri. Oyun, Hâk ile başlıyor.
Gölgeler perdede canlanıyor ve sohbet derinleşiyor. Yollar, kalabalıklar,
deniz, ay, güneş, ağaçlar.. her biri perdede arzı endam ediyor. Hayal, perdede
can buluyor.
Bir an, bir gösteride
olduğumuzu unutup, olayların akışına, hikâyenin gidişatına bırakıp kendimizi,
hatta kendimizi de oyunun içine atıp, hemhal oluveriyoruz. Bir yandan
Karagöz’ün yumruk yiyişine gülüyor, bir yandan Hacivat’ın olur olmaz laflarına (çokbilmişliğine)
gülüyoruz. Sırasında, ben olsaydım şöyle söylerdim, oraya gitmez, burada
kalırdım gibi yorumlar da yapmıyor değiliz! Oyunun ve sahnedeki resimlerin bir
parçasıyız adeta.
Nasıl oluyor da, perdedeki
hayali gerçek(miş) gibi algılıyoruz? Nasıl oluyor da, bir oyun olduğunu
bildiğimiz halde, kendimizi de oyun içinde yaşıyor(muş) gibi algılayıp, perde
ile bir oluyoruz?
Şimdi perde arkasına
geçelim. Gerçeklere. Kenarda bir oyuncu usta, elinde değneklere bağlanmış
kuklalar, hemen masanın üstünde duran bir zilli tef, biraz ileride yanan ve
kuvvetli ışık veren spot lambası. Basit düzenek. Kendimize gülmeden edemiyoruz.
Bu basitlik içinde bile gerçekleri karıştırıyoruz. Kızmak değil de, adeta alaya
alınacak bir halimiz var.
Gözden içeri giren ışık dalgaları,
beyine ulaşıyor ve beyin şekillendiriyor, renklendiriyor, sert veya yumuşak
hissini hatırlatıyor, eğri veya doğru sonucuna ulaştırıyor. Ve beynin
yönlendirmesiyle, şekilleri, ışıkları, maddeyi algılayıp var diyoruz. Oysa;
beyinde sadece bir hayal oluşuyor, bize ulaşan ise, beynin bildirdiği o kadar.
Beyin bildirdiğinde gördüğümüzü sanıp varlığını kabul ediyoruz, hâlbuki rüya
görmek gibi bir şey. Tanıdığımızı zannettiğimiz kişilerde de aynı durum söz
konusu. O kişiliklere bir suret tanımı yapan beyin, bize tanıdığımız bildiğimiz
hissini yaşatıyor ve biz de yıllardır tanıdığımızı söylediğimiz, öyle
bildiğimiz tipleri kendimizdenmiş gibi algılayıp, resimlendiriyoruz. Belki
henüz teşrif etmemiş milyonlarca insan tipi, beynimizde yaşıyordur. Sırası
gelince görüp tanışacağız, kim bilir?
Muhakeme imkânı insan
özelliğidir. Düşünerek, resimleyip ve isimlendirerek oluşagelen olaylar (Şen)
üzerinde fikir geliştirip, yorumlama yapabiliyoruz. Tıpkı, perdeye vuran
gölgeler hakkında çok çeşitli insan ve tabiat figürlerini resmedip onlara can
verdiğimiz gibi. Rüyadan uyanınca, -oh.. rüyaymış. Dediğimiz gibi, salon
ışıkları açıldığı andan itibaren, hayalden kurtulup, gerçeğe adım atıyoruz.
Seyir halinde ise, perdenin ardını asla düşünme zahmetine girmiyoruz. Bizi mest
ettiği için, hayal içinde yüzüp gidiyoruz ve halimizden memnun olarak, razı
olarak.
Peki, hayal içindeyken
hangi An’ı yaşadığımızın farkında mıyız? Hayır, asla, hiç aklımıza bile gelmez,
çünkü yaşanılan an, zaten içinde bulunduğumuz durum olduğu için, değerlendirme
lüzumunu hissetmeyiz. Oysa anlanması, idrak edilmesi gereken tam da -şimdidir-, şu an, el an, hal… perde
ardındaki hakikate ulaşmanın, farkına varmanın zamanı, şimdidir.
O halde gerçeğe ulaşmak
için çabalayıp, perdeyi parçalayıp, perdenin ardına ulaşabilmeliyiz.
Çünkü perdenin ardında;
yana yakıla aradığın, uğruna Ferhat olup dağlar deldiğin, Mecnun olup çöllere
düştüğün, adına Türküler yaktığın, şiirler söylediğin sen varsın, orada kendini
bulacaksın.
Sahi, sorumuz neydi? “Sözünde durur musun” sorusuydu,
değil mi?
Gerçekten, şimdi
söyleyebilir misin, verdiğin sözünde durur musun?
Oyun nasıl bitmişti
hatırlıyor musunuz?
“Yıktın perdeyi eyledin viran
Varayım sahibine haber vereyim heman.”
TC Gülten Erginer :
YanıtlaSilGölgeler gerçeklerin yansımasıdır. Hakikatin arkasındaki gerçektir ve gerçekten hayali bile güzeldir.
Mehmet Kınacı:
YanıtlaSil"Hayali cihan değer" rahatlığı varken,gölgelerin gölgelikten niçin şikayeti olsun...Hayali cihan değiyor....HAKİKAT zor istiyor...
Mualla Yasdıman :
YanıtlaSilBiz ne zaman hayal ile hakikati karıştırır olduk Mahmut Emin Bey?
Köksüz, ruhsuz bir topluluğa ne zaman dönüştürüldük?
Kurtuluş Savaşını, Çanakkale'yi okurken gözlerimizin önünden akıp giden ve kan deryasında boğulan Mehmetçiğe, Kağnısını çeken ve bebeğini değil silahlarını saran Elif'e, Seyit Ali Onbaşı'ya bakarken gözlerinin buğulanmasına engel olamayan, türkülerle dertlenen, sevincini türküye katık eden bir milletin kodları bu kadar kısa sürede nasıl değişti?
Yüreğinize sağlık... Bir karagöz-Hacivat oyununu gözlerimiz kapalı izliyoruz. Çubuğu tutan ve zili -defi çalan elleri görmeden kör, kör sadece gösterileni seyrediyoruz...