Kalem, ne kadar yeni olursa
olsun sahibini, sahibinden yazar.
Duru bir Türkçe, kıvrak bir
zekâ, dingin bir zihin, yepyeni bir üslup.
İşte; Veysel Tekelioğlu.
Geri dönüşler, hali
yorumlayışlar, geleceğe dair tasavvurlar, öyle güzel işlenmiş, öyle güzel
anlatılmış. Geçkiler, pamuk şekeri gibi okuyucunun boğazına hiç dokunmuyor. İsmini
gizleyerek bir roman okuruna verseniz kitabı, Dostoyevski okuyor sanır. Yo..
yo, onun bir acemi taklitçisi demek istemiyorum. Uyanan ilk intiba bu. İddialı olur
ki belki, Dostoyevski’den aşağı kalır yanı yok. Kaldı ki, yirminci yüzyılda ve
yirmi birinci yüzyılın yaşadığımız günü itibariyle, bu kadar aleni ifşaat
yapılmamıştır.
Talihsizlik, kalemin daha
yenice ele geçirilmiş olması.
Her işte bir hayır, her
oluşta bir güzellik bulmalıdır. Tekelioğlu çok rahat ulaşıyor bu sonuca. Kavgalar,
dövüşler, taşlaşmalar, küfürleşmeler… bile, hatta silahların konuştuğu anlarda
bile inancını yitirmemek ve asla çirkinleşmemek.
Roman kahramanlarının
kaderi, kitap sayfaları arasında yaşlanmaktır. Veysel bu kuralı yıkıyor. Hayatın
içine, yaşayan, var olan güzellikleri sergiliyor bir bir. Sermekle kalmıyor,
oturduğunuz yerden koparıp sizi, hikâyeye dâhil ediyor. “Bu benim” diyorsunuz.
Ne şiirsel bir anlatım
yakalamak için zorluyor kendisini, ne de usta bir yazarın üslubunu taklide
çalışıyor. Tamamen gönlünden kalemine dökülen cümleler. Sadelik ve kendisi olma
durumu, kitabı okunur kılıyor ve aranılır kılacak.
Belki de hayatınızın bir
bölümü hikâye(ler)le kesiştiği içindir, bu duygusal birleşim olabilir. Ortak yaşanan
olaylar, olayların yaşandığı “mekân” ki, şairin dediği gibi; “Gönlü güzellerden
yana olanlarla, bir gün birleşir yollar.”
Vuslat Bey’in beş parasız
Manas’a işyerini devri hayal ülkelerinde olmuş gibi gelmesin okuyucuya. Var olan,
yaşanılan ve daima bu dünya köşelerinin bir yerlerinde yaşanan güzelliklerdir
onlar. Dünyayı bir kere sıfırlarsan gözünde, her şey ayniyle olur koca bir
sıfır. Soru yoktur, sitem yoktur.
Seçilen karakterlerin
tamamı, her an hayatın içinde, bizimle birlikte olan insanlar. Yalnızca bir
soru var, insan, toplum içinde, toplumdan herhangi biri yaşarken kendisini
saklar. Aslında saklamak değil bu, körün güneşi göremediği için “güneş yoktur”
demesine benzer. Göremeyenlere “yok”tur bu insanlar. Onlar göremedi diye de “yok”
olacak halleri yok.
Hani derler ya; “Hasan Dağı
arpalık sürene”.
Kim, hangi büyüklükteki
yazar, hangi münekkit ne derse desin, ne yazarsa yazsın, nasıl tenkit ederse
etsin. Türk edebiyatı bir “Türk” yazar kazanmıştır. Veysel Tekelioğlu.
Sanal âlemde tanış
olduğumuz bir dostumuz: “Bu kitabı siz önermişseniz, hemen yarın
arayıp bulmalıyım”. Yorumuna, şu cevabı vermiştim.
“Hararetle öneririm”
NOT: Güya bir kitap tanıtım
yazısı yazmak için oturdum. Dönüp yazıyı şöyle bir okudum da, “Yorgunum” isimli
kitabı tanıtmak yerine, duygu ve düşüncelerimi yazmışım.
Yeniden düşündüm. Yazılanlar,
“Yorgunum” ve Veysel Tekelioğlu’nun söylediklerini, söylemek istediklerini ve
benim anladıklarımı yansıtmaktan ibaretti.
Kitabı temin edebileceğiniz
adres:
Akçağ Kitapevi, Tuna Cad.
8/1 Kızılay/Ankara
Tel: 0312 432 17 98 ; Faks: 0312
432 28 52
Kitabı okudum . Anlatıldığı gibi eşsiz ve benzersiz , şeker tadında .
YanıtlaSilYıllar sonra bana ağlamayı hatırlattı...
YanıtlaSilveysel abimin yüregine saglık ülkücünün kalbi duygularını romanlaştırmış
YanıtlaSilgüldüm,hüzünlendim,ağlamaklı oldum,veysel hocanın kalemine sağlık...
YanıtlaSil