15 Eylül 2011 Perşembe

Sedat’ın Halleri


Benzer tarihlerde başlamışız şirkete, farklı servislerde görevlendirilmişiz. Bu bilgiyi yıllar sonra öğreniyorum. Birçok yerde çalıştım. Şirketin hizmet verdiği her alanda emeğim vardır. 18 yılın sonunda atandığım şirket bölge alanı hizmetinde de iki yıl dolu dolu çalıştım. Emeğimi, hizmetimi, bilgimi, esirgemedim. Sedat’la son görev yerimde tanıştım. Hem inşaat Mühendisi, hemde muhasebe okumuş sonraları. Şirketin inşaat onarım işleri ile ilgili çalışıyor. Birimlerin ihtiyacı malzemeyi tedarik ediyor… Sohbet sırasında, gayet hafif sesle konuşur, çoğu zaman ne dediğini anlayamam, tekrarlatmak için “Hıı..” derim. Tekrarlasa da anlamadığım zamanlar çok olmuştur. Sonraları karar verdim. “Açık değil, sarih değil, ya gizli gizli bir şeyler yapıyor, yada bizden gizlediği bir halleri var. Ne yapalım o’da öyle işte, kabul edersin veya konuşmazsın olur biter.” Konuşmazsan olur mu? Mesai arkadaşın, her gün yüzüne bakıyorsun, günaydın diyorsun, bir gazete haberini tartışıyorsun, olmaz. Konuşmazsan olmaz. Öyle bir noktaya kadar gelindi ki, mecburiyetler dışında selamlaşma bile yapılmaz oldu.

Sevdiğim bir arkadaşım vardı. Onun yanında işe başlamıştım. Onun sayesinde çok şeyler öğrenmiş, şirketin varını yoğunu, işini, müşterisini, satıcılarını, alıcılarını hep ondan öğrenmiştim. Sonra ailecekte görüşmeye başladık. Aramızda hiç bir sorun çıkmadı, bizden büyük, çok büyük olduğu içinde saygıda bile kusurum olmamıştır. En son çalışma yeri de şirketin Ankara şubesi idi. Ankara şubesi en kıdemli, en tecrübeli elemanların çalıştırıldığı yerdi. Eh şirketin de en kalifiye elamanı sayılırdı kendisi.

Şirket elemanlarının kendi aralarında kurduğu bir vakfımız vardı. Son yönetimi oluşturmak için Türkiye’nin her tarafındaki çalışanlar temsilci seçiyorlar ve bu temsilciler de Merkezde yönetimi seçiyorlardı. Aynı yerde çalıştığımız arkadaşlardan hiç birisi aday olmamışlardı. Yahu yapmayın etmeyin, sizler hem bu konuda tecrübelisiniz de, yeniden aday olun, diye ısrar etmeme rağmen hiç birisi kabul etmedi. Öyleyse ben adayım diyerek çıktım ortaya. Fakat herhangi bir iddiam yoktu. Hiç kimseyi aramadım. Nasılsa çarşaf listeye adımız yazılacağından, hiç olmazsa tanışlarımız oy verirlerdi diye düşündük. Yüzlerce oy alabileceğimizi hesapladık.

Neyse, seçim sonuçları açıklandığında büyük bir hayal kırıklığı yaşadık. Bir-kaç oy almıştık. Hepsi hepsi, kendi oyum, aynı yerdeki bir iki arkadaşın oyları o kadar.

Bir meraktır sardı beni. Boşa koyuyorum sığmıyor, doluya koyuyorum almıyor hesabı. Aile dostumuz, sevdiğimiz, saydığımız meslek büyüğümüzü aradım. Selamlaşma, hal hatır faslından sonra: “Üstadım, sizi kırdım mı, üzdüm mü? Özür dilerim…” gibi bir şeyler söyledim. “Hayırdır, ne oldu” dedi. “Üstadım biliyorsunuz geçenlerde vakıf temsilciler heyeti seçildi, sizden oy alamadığım için bir sorayım demiştim.” Ömrüm sonuna kadar unutamayacağım şu cevabı verdi: “Sedat Bey beni aradı, senin öylesine, çarşafı doldurmak için aday olduğunu söyledi, bu nedenle biz de onun bize önerdiği listeye oy verdik”. Dedi. Küçük dilimi yutacaktım nerdeyse. Ama ben en doğrusunu yaptım. Büyüüük bir kahkaha attım. Neler olduğunu soranlara hiç deyip geçtim.

Bir gün şirketin satılacağı tuttu. Yeni patronlar, yeni idareciler geldi başımıza. Doğal olarak yeni idareciler kim kimdir, ne yaparlar, kabiliyetleri nedir gibi konuları araştırdılar. Kimlerle çalışabileceklerini, kimlerin işlerine yarayabileceğini seçeceklerdi. O günlerdi işte.

Ankara Müdürü ağabeyim telefonumu arayarak havadan sudan konuştuktan sonra konuya geldi: “Bu gün yeni yönetimle bir toplantım vardı. Sonra Sedat Bey içeri girdi, elinde bir liste vardı. Listeyi yönetime sundu. O listede işe yaramaz insanların adları yazılıydı. Senin de adın vardı. Haberin olsun”. Dedi. Bir büyük kahkaha daha patlattım. Öyle zevk aldım ki, anlatamam. Sonra benim de içinde bulunduğum çok sayıda çalışanın işine son verdiler.

On yıl sonra.

Evden çıkmış sabahın erinde sağa sola bakarken birisi selam verdi. Badem bıyıklarını özenle kesmiş, gül suyu dökünmüş, ellerini uzattı, boynuma sarıldı. Öptü. Kısaca neler yaptığımı, nasıl olduğumu filan sordu sırnaşarak. Kısa cevaplarla geçiştirdim. “Şu şubenin müdürüyüm, beklerim”. Dedi Sedat Bey.

Bir kahkaha patlatacak gücü bulamadım kendimde. Acı acı güldüm. Hüzün doldu içime. Onun için üzülmüştüm. Bir koltuk uğruna bu hallere düştüğü için.
Eminim ki basit bir konudur, zevk almamışsınızdır. Bu kişilerden etrafınızda onlarca tanıdığınız bulunduğu için.

Oturup düşünmeliyiz. Bize ne oldu, niye bu haldeyiz?

2 yorum:

  1. Sedat Beyler bilinmeli ki herkes aynı şeyleri yaşamasın..

    YanıtlaSil
  2. En eski meslek denince akla o...luk gelir. Aslında hayatlarını bu şekilde kazanmaya karar vermiş/kazanmak zorunda olmuş bu kadınlara karşı hiç bir ön yargım yok. Hatta Hz. Mevlana'nın böyle bir kadına sırtındaki cüppesini çıkararak, ''Sen olmasaydın evde ki kadınların hali nice olurdu!'' diyerek giydirmesini takdirle karşılayanlardanım. Ama Sedat Bey gibiler de bu mesleğin başka dalının esas sermayeleri ve de sonra pez... /hacı anaları Hep vardılar ve hep olacaklar...

    YanıtlaSil

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...