23 Haziran 2014 Pazartesi

Zafiyet Yönetimi


Devletler – milletler, içinden çıkardıkları Adamlar sayesinde ayakta dururlar ve asırlara hitap eden sağlam ayaklar üzerinde seyahatlerini yaparlar. Dört dörtlük bir tanımını ortaya koymadan adamın, neyin medeniyetinden, kimin medeniyetinden söz edilecektir. Yükselmek ancak, basamakları sağlam merdivenlerle mümkündür. Adam, dayanılacak en sağlam basamaktır. Basamaklar çürüdükçe düşüşler, yuvarlanışlar kaçınılmazdır. Adamlara yer açmalıyız hayatımızda. Adam ilmi ile adam ahlakıyla doldurmalıyız dünyamızı, onları incitmeden, kırmadan, küstürmeden. Ha, incinmezler, kırılmazlar, küsmezler. Peki, dünyamızdan kendileri çekilebilir mi? Olabilir derim bu soruya, ancak çekilmek anlamında değil de, -hele biraz seyredelim neler olacak- anlamında. Bu zamanda onların yerlerini başkaları dolduracaktır, tam da onlara denk olmayan. Koyunun bulunmadığı yerlerde ortaya çıkan Abdurrahman Çelebiler bunlardır. Her yaptıkları yardımın karşılığını para olarak tahsil ederler. Tek amaçları daha fazla zengin olmak ve dünyada daha rahat yaşamanın yollarını aramak, bulmak ve bulduklarını satmaktır. “Anlam zafiyetindeki” insanlar da onların gönüllü müşterileri olurlar. En kolay satılacak mal da; barış, insan hakları, analar ağlamasın, bedensel zayıflama, organik beslenme, hastalıklara deva…

Çoğunluğu ele geçirmenin yolu, çoğunluğun, istenildiği gibi düşünmesini ve kabul etmesini sağlamaktır. Bildiklerinin yanlış, kabullerinin eksik, inançlarının zayıf olduğunu onlara anlatmak ve durmaksızın tekrar ederek beyinlerini yıkamak gerekir. Böylece çoğunlukta bir “anlam zafiyeti” yaratılır ve istediğiniz gibi yoğurabilirsiniz. Bu aşamada kullanılabilecek iki önemli alan vardır. Birincisi, din ve dini kavramları kullanarak onların beyinlerini ele geçirmek, ikincisi karınları doyacak kadar bir beslenme ihtiyaçlarını karşılamak ama dünyanın zenginliğini ortaya dökerek ve gözlerinin içine içine sokarak onlara nasıl sahip olacaklarını renkli sayfalarda, coşkun müzikler eşliğinde anlatmak. Böylece hayallerini kullanarak esaret altına alamayacağınız yığınlar yoktur. Bu çalışmaların sonunda yığınların içinde istenilen gibi davranış gösterilmesi şimşek hızıyla yayılır ve karşı çıkanlar ne yapsalar buna mani olamazlar.

Artık, bu durumda egemen olan ve adeta saltanatını ilan etmiş olan, yığınlar tarafından şöyle kabul edilir: hata yapmaz, günah işlemez, daima milletin yararına çalışır, uyusa da, uyumasa da amacı milleti içindir, onun derdi ve çabası asla kendisi için değil, milleti içindir… Dokunulmazlığını ve gücünü sonuna kadar yaşar ve asla kaybetmek istemez. Onu tanımamak adalete karşı çıkmaktır, o asla eylemleri nedeniyle suçlanamaz ve cezalandırılamaz. O her türlü davayı sonuca ulaştırabilecek yegâne güçtür. Naslar bile onun yanında yapay dururlar. Yetkilerini de gücünü de asla kimseyle paylaşmaz; bu nedenle güçler ayrılığı ilkesine karşıdır ve bu düzeni istediği biçimde değiştirme çalışmalarını yapar.

İstişare adını verdikleri toplantılar aslında dikte toplantılarıdır. Önceden nelerin dikte edileceği belirlenmiş ve uzun uzun konuşmalarla dinleyicilerin beyinleri allak bullak edilmiş ve mesajlar cümleler arasına sıkıştırılmıştır. Amaç, düşünen bireylerden oluşan düşünen toplum (topluluk) değil, söylenilenleri ayniyle yapacak maraba topluluktur.

Zaaf yaratıp, zafiyete düşürüp öylece yönetmeye kalkmak, toplumun dinamiklerini köreltmek, aktif beyinleri felç haline getirmekle eş değerdedir. Hatta atom bombası bile bu derece etkili bir silah olamaz. Çünkü bireyler birbirleri ile etkileşim halinde olduklarından, almış oldukları zehirli bakteriler diğerine kolaylıkla sirayet eder. Ne de olsa tembellik, kolayca kabullenilebilen sevimli bir hastalıktır.

Rûm Suresi 54. Ayette, “Allâh’tır ki, sizi zayıflıkla (hakikatinin farkında olmaksızın) yarattı!” buyurulur. Fakat ayetin devamında, zayıflığa karşılık “bir kuvvet (hakikatini-Rabbini bilmenin kuvveleriyle) oluşturdu!” açıklaması da vardır. Sonra ak saçlı hale gelinerek yeniden zayıflık zamanları yaşanır. Bu döngü devamlıdır. Sabır gösterip takvayı koruduğunuz sürece zafer vaat etmiştir. Nitekim “Allâh güçlüklere tahammül edenleri sever” (Âl-u İmran/146) buyurularak, başa gelenlere karşı sabır gösterilmesi, sıkıntıda olunmasına karşılık dünyadan yüz çevrilmesi istenmektedir.

Elbette zafiyet gösterilen durumlar tamamıyla dünyadan gösterilen ve verilen, aslında hiçbir değeri olmayan güzellik sandıklarımızdır. “Ancak Allâh size sevdiğinizi (zafer ve ganimet) gösterdiğinde zayıflık gösterdiniz ve size verilmiş olan hükme isyan edip tartıştınız.” (Âl-u İmran/152)

Muhiddin Arabî Hazretleri bu ayeti şöylece te’vil etmiştir:

“Yakini inancınıza sirayet etmesinden, Hakk’ın kendisine karşı inancınızın fesada uğramasından, ganimet edinmeye cevaz vermesini yanlış yorumlayıp mal düşkünlüğünü sergilemenizden dolayı içinize korku düştü. ‘Tartışmaya kalktınız’. Rasule karşı gelip ve dünyanın çekici süslerine meylettiniz. Bütün bunları size gösterdiğinden, Allah’a şükretmenizin, O’na büyük bir arzuyla yönelmenizin zamanı gelmişti. Ama siz bunu göz ardı ettiniz”.

Korkular, dünyanın çekici süslerine meyletmekten kaynaklanıyor. Korktukça zaaflar beliriyor, zaaf korkuyu, korku zaafı tetikliyor ve bu kısır döngü içinde yenilgi kaçınılmaz oluyor. (Bu noktada aşırı borçlandırılmış ve ödeme imkânı olmayan çok geniş halk kesimlerini düşününüz ki, sayısının 15 Milyon civarında olduğu söylenmektedir..)

Korku ve zaaf ortaklığı, topluluk içinde yayıldıktan sonra da (fikri hür, vicdanı hür fertler olmaktan çıkıp, yığın haline gelinince de), düşmanın (şeytan) başaramayacağı, yapamayacağı bir iş kalmıyor.

Allâh sonumuzu hayr etsin.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...