Kuvvetli rüzgârlara ihtiyaç
gösterir savrulmalar. Rastgele esen yellere denk gelinirse ve bu hale razı
olunursa, nereye varırsa rüzgâr, sen de ona tabi olursun. Bir kerelik tabiiyet,
sonsuza kadar sürer gider, farkına varmaksızın. Hatayı azıcık anladığında ise debelenir
durursun, debelendikçe de, kurtuluş ümidin biter.
Girilen yolun yanlışlığı
kolay anlaşılamaz. Kilometrelerce yol alındıktan sonra da yanlışlık fark
edilirse, geri dön, kilometrelerce geri git, doğru yola sap ve tekrar kilometreler…
Ne kadar zordur. Belki de bir ömür biter.
Ve utanmadan insanları o
yanlış sola saptırıyorlar. Belki de o yoldaki hatayı kendileri de bilmiyorlar,
belki de bir iyi niyet gösterisi halinde, karşıya bir fayda sağlamaya yönelik
davranıyorlar. Davranıyorlar ama, binlerce hayatı da perişan ediyorlar farkına
varmadan.
Ömer Sağlam üstadımız
geçenlerde, bizleri de yaralayan şu tespitlerini paylaştı: “Uzun zamandır gözlemlediğim bir tespitime
kısaca değinmek isterim; özellikle ülkücü hanımlar ve gençler, epeyce bir
zamandır arayış içindeler. Bunlardan bazı tarikatlara ve cemaatlere katılanlar
olduğu gibi, dini bakımdan sağlıklı bilgiye erişim konusunda problemler
yaşayıp, boşluğa düşenler de var. Böyle olunca bu insanlarda bir gevşeme ve
amaçsızlık da oluşmuş bulunmaktadır.”
Çeşitli tarikat, cemaat,
sosyal dayanışma vakıf ve dernekleri taraftar veya üyelikleri, kişisel gelişim
uzmanı arayışları, özellikle gerici yayınlar yapan televizyonlardaki nebati
ilaç ve benzerlerinden fayda sağlamaya yönelmeler gibi çok değişik kaygan
zeminlerde seyahate çıkanlar, çabucak akıl sağlığından olmakta ve toplumun
hasta ve tedaviye muhtaç bireyleri haline gelmekteler. Nitekim Ö. Sağlam
yerinde tespitte bulunarak ‘bu
insanlarda bir gevşeme ve amaçsızlık’ durumunun
yaşandığını belirtmektedir. Şifa ne tarikattadır, ne kişisel gelişim
uzmanlarında, ne otlardadır, ne ilaçlarda. Kendini çaresiz hissedenlerin,
çareyi gayrıda aramaları şirkine duçar olmaktadırlar. Şifaya istidadı olmayana, otlar ne etsin,
tarikatlar ne etsin? Sen kendini bilemeden sonra, şıh ne eder, yol ne yapar?
Yol, ayaklarının
altındayken, başkalarının yolunu ne yapacaksın? Bırak onlar istedikleri gibi
devam ettirsinler hayatlarını. Sen kendi Rabbinin yoluna tutun, ipine yapış.
Kısaca, kendini ara, kendini bul ki, yol neymiş göresin.
Gayelerine ulaşmak için
insanların zayıf bırakılması hedefleniyor evvela. Zayıflık iki yönden de önem
arz etmektedir. Vücudun zayıflığı, duyguları zayıflatmakta, duygular
zayıfladıkça da manen zayıflamaya geçilmektedir. İşte darbe de tam bu anda
vurulmaktadır. Çözüm olarak sunulan, cemaatler, tarikatlar ve ilh. Bir de,
aklını, gönlünü, malını oralara devrettiysen ko aparsın su seni…
Yine de bu savrulmaların
altında, nefsani yangınlar yatar. Bir yandan dünya meşgalesinden kaçmak, diğer
yandan hiç olmazsa ahireti kurtarmak. Cennette envaı çeşit meyvelerle meşgul
olunurken, huriler, gılmanlar hizmet ederlerken zevk-ü sefa içinde sonsuzluğu
yaşamak istekleri nefsani değilse nedir? İşte bu talepleri gerçekleştirmek
dilerken ki, bunların tamamı vücudun talepleridir, iç âlem, derun iyice
zayıflamakta ve vehmi (hayali) taleplerimizin tam tersi olan cehenneme tonlarca
odun taşınmaktadır.
Her cihetten görünen
Hak’tır. Bir yöne hapsetmek zulümdür. Orda var da burada yok mu? Ya da şurada?
İşte anlaşılması zor durum burasıdır. Biliniyor ki, bugün tarikat namlı
kuruluşlar bozulmuş, başlarında ehil olmayan, kimi yerlerde iyice cahil kalmış
ve hikâyelerle avunan ve bağlılarını da bu anlatılarla oyalayan insanlar
vardır. Zahir ehli desem değil, ilmi yok. Batın ehli desem değil, bir kelimeyi
bile yorumlayacak kapasitesi yok. Hangi akla hizmetle bu kişilere bağlılık
yemini ederler anlamak zor. Yol akılla bulunur, akılla devam edilir. Bir yere
varana kadar akıl yol göstericidir. Orası neresidir? Bu soruya cevap verilemez.
Herkese göre farklı bir mertebe, farklı bir zaman, farklı bir çalışmalar
bütünüdür. Bu sebeple doğru cevap ancak bu çalışmalara katılıp, devam
edildikten sonra kendiliğinden bulunacaktır.
Manası idrak edilemeyen her
esen rüzgâr peşinden koşturulursa, elbette tehlikeli bir yardan düşülmesi de ihtimaldir.
O rüzgâra karşı durmak değil istenen. O rüzgârdaki Hak nefesini alabilmektir. Bunun
yolu da, olayları, anlatılanları, imgeleri, cümlenin altındaki manaları
anlamaya, kavramaya ve yaşamaya çabalamaktan geçer ve o yol, kişinin kendinde
mevcuttur. Yolun başlangıcı ise, o yollardan evvelce geçenlerin kılavuzluğuna
müracaat etmektir. Kılavuz ancak, akılla bulunur. Doğrusu kişi bulamaz, kişi
talep etmekle yükümlüdür. Talep ve niyet halis olunca, o kılavuz seni bulur ve
doyumsuz seher yelinin ılık esintisi ile yolculuk başlar…
Allah en doğrusunu bilir.
İlhan Yalçın :
YanıtlaSilDin ve değerleri, insanlık tarihinden beri yaşama-değer noktamız...
Fıtrattan olan bu duygu, tatmin edilme durumundadır. Doğru kaynakların, şahısların azlığı şimdiki yaşadığımız akıldan, izandan, dinden uzak halleri ortaya çıkardı.
Ömer Hocam gibi alimlerimiz halen o malum taife tarafından, bu taifeye inananlarca dışlanmaktalar.
En az 800 yıldır bu beyin-iman zindanı örülüyor.