5 Şubat 2016 Cuma

Savrulmalar


Kuvvetli rüzgârlara ihtiyaç gösterir savrulmalar. Rastgele esen yellere denk gelinirse ve bu hale razı olunursa, nereye varırsa rüzgâr, sen de ona tabi olursun. Bir kerelik tabiiyet, sonsuza kadar sürer gider, farkına varmaksızın. Hatayı azıcık anladığında ise debelenir durursun, debelendikçe de, kurtuluş ümidin biter.

Girilen yolun yanlışlığı kolay anlaşılamaz. Kilometrelerce yol alındıktan sonra da yanlışlık fark edilirse, geri dön, kilometrelerce geri git, doğru yola sap ve tekrar kilometreler… Ne kadar zordur. Belki de bir ömür biter.

Ve utanmadan insanları o yanlış sola saptırıyorlar. Belki de o yoldaki hatayı kendileri de bilmiyorlar, belki de bir iyi niyet gösterisi halinde, karşıya bir fayda sağlamaya yönelik davranıyorlar. Davranıyorlar ama, binlerce hayatı da perişan ediyorlar farkına varmadan.

Ömer Sağlam üstadımız geçenlerde, bizleri de yaralayan şu tespitlerini paylaştı: “Uzun zamandır gözlemlediğim bir tespitime kısaca değinmek isterim; özellikle ülkücü hanımlar ve gençler, epeyce bir zamandır arayış içindeler. Bunlardan bazı tarikatlara ve cemaatlere katılanlar olduğu gibi, dini bakımdan sağlıklı bilgiye erişim konusunda problemler yaşayıp, boşluğa düşenler de var. Böyle olunca bu insanlarda bir gevşeme ve amaçsızlık da oluşmuş bulunmaktadır.”

Çeşitli tarikat, cemaat, sosyal dayanışma vakıf ve dernekleri taraftar veya üyelikleri, kişisel gelişim uzmanı arayışları, özellikle gerici yayınlar yapan televizyonlardaki nebati ilaç ve benzerlerinden fayda sağlamaya yönelmeler gibi çok değişik kaygan zeminlerde seyahate çıkanlar, çabucak akıl sağlığından olmakta ve toplumun hasta ve tedaviye muhtaç bireyleri haline gelmekteler. Nitekim Ö. Sağlam yerinde tespitte bulunarak ‘bu insanlarda bir gevşeme ve amaçsızlık’ durumunun yaşandığını belirtmektedir. Şifa ne tarikattadır, ne kişisel gelişim uzmanlarında, ne otlardadır, ne ilaçlarda. Kendini çaresiz hissedenlerin, çareyi gayrıda aramaları şirkine duçar olmaktadırlar.  Şifaya istidadı olmayana, otlar ne etsin, tarikatlar ne etsin? Sen kendini bilemeden sonra, şıh ne eder, yol ne yapar?

Yol, ayaklarının altındayken, başkalarının yolunu ne yapacaksın? Bırak onlar istedikleri gibi devam ettirsinler hayatlarını. Sen kendi Rabbinin yoluna tutun, ipine yapış. Kısaca, kendini ara, kendini bul ki, yol neymiş göresin.

Gayelerine ulaşmak için insanların zayıf bırakılması hedefleniyor evvela. Zayıflık iki yönden de önem arz etmektedir. Vücudun zayıflığı, duyguları zayıflatmakta, duygular zayıfladıkça da manen zayıflamaya geçilmektedir. İşte darbe de tam bu anda vurulmaktadır. Çözüm olarak sunulan, cemaatler, tarikatlar ve ilh. Bir de, aklını, gönlünü, malını oralara devrettiysen ko aparsın su seni…

Yine de bu savrulmaların altında, nefsani yangınlar yatar. Bir yandan dünya meşgalesinden kaçmak, diğer yandan hiç olmazsa ahireti kurtarmak. Cennette envaı çeşit meyvelerle meşgul olunurken, huriler, gılmanlar hizmet ederlerken zevk-ü sefa içinde sonsuzluğu yaşamak istekleri nefsani değilse nedir? İşte bu talepleri gerçekleştirmek dilerken ki, bunların tamamı vücudun talepleridir, iç âlem, derun iyice zayıflamakta ve vehmi (hayali) taleplerimizin tam tersi olan cehenneme tonlarca odun taşınmaktadır.

Her cihetten görünen Hak’tır. Bir yöne hapsetmek zulümdür. Orda var da burada yok mu? Ya da şurada? İşte anlaşılması zor durum burasıdır. Biliniyor ki, bugün tarikat namlı kuruluşlar bozulmuş, başlarında ehil olmayan, kimi yerlerde iyice cahil kalmış ve hikâyelerle avunan ve bağlılarını da bu anlatılarla oyalayan insanlar vardır. Zahir ehli desem değil, ilmi yok. Batın ehli desem değil, bir kelimeyi bile yorumlayacak kapasitesi yok. Hangi akla hizmetle bu kişilere bağlılık yemini ederler anlamak zor. Yol akılla bulunur, akılla devam edilir. Bir yere varana kadar akıl yol göstericidir. Orası neresidir? Bu soruya cevap verilemez. Herkese göre farklı bir mertebe, farklı bir zaman, farklı bir çalışmalar bütünüdür. Bu sebeple doğru cevap ancak bu çalışmalara katılıp, devam edildikten sonra kendiliğinden bulunacaktır.

Manası idrak edilemeyen her esen rüzgâr peşinden koşturulursa, elbette tehlikeli bir yardan düşülmesi de ihtimaldir. O rüzgâra karşı durmak değil istenen. O rüzgârdaki Hak nefesini alabilmektir. Bunun yolu da, olayları, anlatılanları, imgeleri, cümlenin altındaki manaları anlamaya, kavramaya ve yaşamaya çabalamaktan geçer ve o yol, kişinin kendinde mevcuttur. Yolun başlangıcı ise, o yollardan evvelce geçenlerin kılavuzluğuna müracaat etmektir. Kılavuz ancak, akılla bulunur. Doğrusu kişi bulamaz, kişi talep etmekle yükümlüdür. Talep ve niyet halis olunca, o kılavuz seni bulur ve doyumsuz seher yelinin ılık esintisi ile yolculuk başlar…

Allah en doğrusunu bilir.



1 yorum:

  1. İlhan Yalçın :

    Din ve değerleri, insanlık tarihinden beri yaşama-değer noktamız...
    Fıtrattan olan bu duygu, tatmin edilme durumundadır. Doğru kaynakların, şahısların azlığı şimdiki yaşadığımız akıldan, izandan, dinden uzak halleri ortaya çıkardı.
    Ömer Hocam gibi alimlerimiz halen o malum taife tarafından, bu taifeye inananlarca dışlanmaktalar.

    En az 800 yıldır bu beyin-iman zindanı örülüyor.

    YanıtlaSil

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...