“ABD bu kapsamda, Büyük Ortadoğu Doğu Projesi (BOP) olarak isimlendirilen ve Afrika’nın
kuzeyinde batıdan doğuya konuşlanan devletleri, Ortadoğu’daki ülkeleri ve Orta
Asya’daki devletleri kontrol altına almayı içeren projeyi hayatiyete
geçirmiştir. 1991-2011 yılları arasında 20 yıl içinde cereyan eden Körfez
Savaşları, Afganistan operasyonu, Orta Asya’daki Renkli Devrimler, Ilımlı İslam
düşüncesiyle ortaya çıkan ve halen sonu alınmamış olan Arap Baharı hareketleri
ve konuların içinde vekâleten yürütülen savaşlar, aynı çerçevede mütalaa
edilmektedir.” (Armağan Kuloğlu,21 Aralık 2013, 21. Yüz Yıl enstitüsü)
Konuya azıcık ilgili olan
herkesin bildiğini, uzmanından alıntılayarak kısa bir tekrar yapmış olduk.
Artık gün gibi aşikârdır ki, Arap diyarlarında meydana gelen olayların
tamamının gerisinde, ABD’nin kurguladığı ve olay yeri vatandaşlarından
devşirdiği kişilerle yürüttüğü BOP vardır. Projenin dayandığı tek mantık,
çalışılan ülkelerde derin bir kaos yaratmak, istikrarı özendirmek ve seçtikleri
siyasiler ağzından istikrarı vaat ettirmek. Maksat, istedikleri kadroları
idarenin başına oturtmak, sonrası kolaydır. Derhal, konusu zamanın ihtiyacına
göre değişen kaosu artırmak, istedikleri zamanlarda durgunlaştırmak ve idareye
yeni destekler sağlamak. Çirkin, çirkin olduğu kadar da ihanetlerle yoğrulmuş
bir program. Sürekli olarak aldatılan, masum halk çoğunluğudur.
Bir kaos - bir istikrar vaadi
arasında debelenen halk ne yapacağını bilemez durumdayken ve düşünemez bir
halin esiriyken, yeni bir konu önüne konarak ve üzerinde hiçbir çalışma
yapamadan onayına sunulur ve başarılır. Aslında ortada başarı filan yoktur,
sadece kandırılan evlad-ı vatan vardır. Ve sonuç, büyük bir başarı öyküsü
olarak renkli gazetelerde ve televizyonlarda günlerce ‘milli irade’
palavrası altında yeniden millete yutturulur. Esasen yutulan şey, hiçbir işe
yaramayan acı bir ilaçtır, kısaca zehir diyebiliriz.
Olayların (savaşın)
başlangıcını,
Süleymaniye’de Türk Askeri’nin başına geçirilen çuval tarihine kadar
uzatabiliriz. Hatta 2002’nin sonunda ortada görünen hiçbir sebep olmadığı
halde, ‘erken seçim’ talebine kadar. Seçim sonucunda iktidarı
oluşturan siyasi partilerin meclis dışında kalması da hatırlanması gereken acı
bir hatıradır. En acısı da, erken seçim talebini yapan siyasilerin de meclis
dışı kalmasıdır.
Ortadoğu Coğrafyasında
meydana gelebilecek küçücük bir hadisenin, Türkiye’yi etkileyeceği ve Türklerin
direkt olarak müdahil olacağı başlangıçta düşünülmüş olmalı ki, en başından
itibaren Türk Yönetiminin bu olayların sevk ve idaresinden sorumlu ve yetkili
olması üzerine kurulmuştu tüm planlar. Nitekim “BOP eş başkanı olduğunun” açıklattırılması, öyle dil
sürçmesi, inadına açıklama gibi belirsiz tanımlamalarla izah edilemez. Bilinçli
bir hedef gösterme, belirli bir planlamanın deklaresidir o açıklamalar.
Türk Dış Politikası,
Ortadoğu olaylarında daima tarafsızlığını muhafaza etmiş bir gelenektir. Çünkü
Ortadoğu halkları dil, din, kültür kardeşliği olan büyük bir birliktelik
olmalıdır. Ne zaman, birlik oluşturan özellikler unutuldu, o zaman emperyalist
emellere alet ve onların savaşçısı durumuna düşürülmüşlerdir. Bunun bilincinde
olan Türk Dış siyaseti, dengeleri daima göz önünde bulundurmuş ve aralarındaki
çatışma ve sorunların çözümünde aracı, ara bulucu rolünü üstlenmiştir. Ne
zamana kadar? Arap Baharı hareketlenmelerinin başlaması tarihine kadar. İlginç
bir gelişme olarak not edelim ki, aynı tarihlerde, Türk Ordusu Kurmay
Subaylarının ekseriyetinin, yıllar sonra kumpas olduğu kararı verilen, “terör
örgütü kurmak, yönetmek ve üye olmak” suçlamalarıyla zindanlara
tıkıldığını da not edelim. ‘Kurmay
zekâ’ tahrip edildikten, dağıtıldıktan, suçlandıktan sonradır
ki, anlamsız bir zamanda ‘uçak
düşürülmesi’ gibi anlamsız bir eylemle karşılaşıyoruz.
Düşünebilme yeteneğini kaybetmemiş hiçbir orduda böyle bir karar alınması vuku
bulamaz.
Bu anlatılanlardan, ‘kontrollü
kaos’ meydana getirmenin, uzun vadeli bir strateji
geliştirilmesi çalışmaları olduğu anlaşılıyor.
“AKP liderliğinde ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ ilkesi pek
sınırlayıcı geliyordu. Türkiye, bölgede lider, istikrar getiren dünya gücü olmalıydı. Olamadı. Şimdi
daha büyük düşünmek gerekiyor: Dünya devleti olamadık. Dünya savaşı çıkaran devlet olalım.” (Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet,
11 Şubat 2016)
Sahip olduğu petrol
paralarından maada, istediği silahları kolayca satın alabilme becerisinden
maada hiçbir özelliği olmayan, savaş
meydanlarında hiçbir başarısı bulunmayan Suudi Arabistan önderliğinde kurulduğu
belirtilen, ‘Sünni ittifak’a Türk
askerinin dahil edilmesi, yeni bir kaos oyunun sahneye konulmasını anlatıyor.
Türk Genel Kurmay Başkanı’nın, savaş üniforması ile, Suudi Arabistan Kralı’nın
sol tarafında oturarak, somurtkan bir ifade ile bile olsa resim vermesi, bu
kaos planın butonuna basıldığının göstergesidir. Savaşa sürüklenen Türkiye’nin
karşısındaki düşman güç ise, Suriye ordusuna ilaveten, şiî yolunun benimsendiği
İran ve ortakları aynı mezhebin temsilcisi durumundaki Irak olacaktır.
Maksat ne? Sorusunun cevabı
can yakıcıdır: İsrail’in selameti ve ABD ve AB’nin ihtiyaç duyduğu enerji
yollarının güvenlik çemberine alınması!..
Bu karışıklık içinde bir
de, Türk Milletinin sahip olduğu bağımsız devletin, ‘parçalayıcı ulus temeli’ üzerine oturtulduğu gibi
saçma fikirler örülmektedir. Böylece, Türk egemenliğine son verip, karmaşık ve
ne olduğu da pek anlaşılamayan bir yapıya doğru sürüklemek istemektedirler.
Devletin, Türklere ait olmadığını sık tekrarlamaktalar. Ve hatta bir gazetenin
köşesinde bulunan, ‘Türkiye
Türklerindir’ sloganına bile tahammül
gösterememektedirler. Sırası geldikçe acımasızca eleştirmekte, gazete sahibini
bile bu sebeple aşağılamaktadırlar.
Yapılmak istenen ise, ‘Türk Milleti’
yerine, ‘Türkiye Milleti’
gibi, sosyoloji bilimine aykırı bir adlandırmayı ikame etmektir. ‘Türk
düşmanlığı’ ana fikir olarak beyinlerine oturmuş, bir türlü bu, aslında gerçek
yıkıcı, parçalayıcı fikirleri bir türlü kafalarından atamamaktadırlar. Misyon
olarak üstlendikleri, Türk devletini, Türk Cumhuriyetini yıkma ve saçma sapan
bir yapılanmayı kurma hedeflerini gerçekleştirmek, daha doğrusu, Atatürk
mirasının yıkılıp unutturulması üzere, dünyanın büyük emperyalist devletleriyle
ilişkilerini kurmuşlardır. Bu sebeple, hiçbir yetkileri olmamasına, görevleri
de bulunmamasına rağmen (ne hikmetse tüm siyasi partilerin de
iştirakiyle), mevcut anayasayı yenileyerek (maddelerinde
değiştirme değil) devletin Türk Devleti olmadığını anayasaya
geçirtmek istiyorlar.
Kafalarında olan millet
tanımı, hiçbir ilmi veriye dayanmayan, tarihi bilgilere aykırı, cahilane bir
dayatmadan başka bir şey değildir.
Uzatmayalım:
Kaos siyasetiyle varılacak
yer ancak devin uyanmasına kadardır.
Başaramayacaksınız.
Avucunuzu yalayacaksınız.
Uykuda sandığınız dev
artık, uyanmıştır.
Allah, Hakk’ı tutan ve
kaldıranlarla birliktedir.
Hasan Karaçaylı :
YanıtlaSilYıllar önce okuduğum bir romanda Amerikan Başkanı, ülkede istikrar sağlamak ve içeride birlik oluşturmak için büyük bir iç tehlike tezgahlıyordu.. Daha sonra aklıma tokatlanan kaymakam ve eski bir bakanın bir konferansı aklıma düştü. Aradım buldum. Muhtemelen bunlar da "büyük resmin" parçaları. Fakat bu resmi görmeyi istemeyenler çoğunlukta gibi.
Bizim ilkokul veya ortaokul yıllarında türkçe ders kitabımızda bir okuma parçası hatırlıyorum. Özetle, Atatürk, Ankara dışına seyahatte iken verilen bir mola esnasında tarlasını süren yaşlı vatandaşla sohbet eder. Ona savaşta olduğumuzdan söz ederek konu ile ilgili sorduğunda yaşlı vatandaş tarlasının sınrını göstererek, "düşman bu sınırı geçerse silahı elime alırım" tarzında cevap verir.
Bugün Türkiye'de ciddi bir kitlenin ülke meselelerine aynı bakış açısıyla yaklaştığını düşünüyorum. İnşallah yanılıyorumdur. Herhalükârda Tanrı yardımcımız olsun.