“Türkiye hiçbir zaman bu kadar sıcak çatışmaya yakın olmamıştı. Hiçbir
zaman böylesine kuşatılmamış,
içeriden ve dışarıdan çevrelenip acımasız
bir saldırı ile tehdit edilmemişti.
Hiçbir zaman aynı anda birkaç ülkenin hedefi haline
gelmemişti. Bu ülkelerin doğrudan müdahalesiyle Türkiye içindeki çevreler harekete geçirilmemişti.” (İbrahim
Karagül, Yenişafak, 23 Aralık 15)
Yukarıda bir devlet tarif
ediliyor. Bilgisiz, cahil, beceriksiz, ehliyetsiz kişilerin yönettiği bir
devlet.
Ki, iş bilmezler iş başı
yaptıktan sonra, yanlış alınan kararlar ve uygulamalar nedeniyle işler hep
tersine gider, istenen sonuca ulaşamaz bir türlü. Böyle gittikçe, her şey ters
yüz olur, işler karmaşıklaşır, çözülemez hal alır. Sonra devlet zayıf düşer. Keneler,
akbabalar, karasinekler üşüşür, bir parça nasiplenmek için. Son durum
eleştirilmez. Kenelerin, akbabaların, karasineklerin normal, tabii halidir bu. Yapılması
gerekeni zamanında yapmaz, sağlığını korumaz, yeterli beslenemez ve
yanlış-haram lokmaları durmaksızın tıkınırsan, zayıf düşersin ve anılan haşerat
üzerine dolar. Suç kimin? Elbette senin.
Bütün devletler gözlerini
açmışlar ve zayıflayan, yere düşen devletleri kollamaktadırlar. Ki, dış
politika ve kurmaylık eğitimine başlayan öğrenciye verilecek ilk dersin konusu
bu olmalıdır. “Düşersen,
üşüşürler.”
Yukarıdaki cümleleri bir
daha okuyunuz lütfen. Hiçbir zaman böylesine (kuşatılmamış, çevrelenmemiş, savaşa çekilmemiş, etrafımızdaki devletler
düşman olmamış)tı. Ne veciz bir anlatım. Ben sanıyordum ki,
bu satırların yazılmasını takiben, yazarı bir-kaç gün içinde işinden kovulur.
İşsiz kalır, ekmeksiz kalır. Olmadı. İşine devam etti. Bunun üzerine şunları
düşünmedim desem yalan olur:
Demek, bu satırlarda
anlatılmak isteneni ilgilileri anlayamadılar. Okuduklarını anlayamadılar. Etraflarında
çalışan Yüzlerce danışmanları da, akademiden, stratejik düşünce kurumlarından,
sivil toplum kuruluşlarından, gazetecilerden yanlarında çalıştırdıkları yüksek
dehalı kişiler, allameler anlayamadılar bu satırları. Eğer anlamış olsalardı,
ekmeklerini kazandıkları efendilerine durumu nazikçe izah ederler ve bu
satırların yazarı doğduğuna pişman edilirdi. Olmadığına, üzerine yüklü görevi
devam ettirdiğine göre, gerçekten bu satırlarda neyin anlatıldığını hiç birisi
anlamadılar. Ya da şu kanaate varmak mümkün. Sıfatları geçen kişilerin hiç
birisi bu yazıyı okumadı! Gerçi biliriz ki, onlar okumazlar. Gece rüyaya
yatarlar, ilham (vehim kaynağından)
olunan bilgileri efendilerine sunarlar ve uygulamaya derhal geçilir. Sanırım,
memleket böyle idare ediliyor.
Bu yandaşlardan birisi de
TRT’nin Diyanet kanalındaki sohbet programında, “Eğitim, Cumhuriyet tarihinden bugüne kadar, böylesi bir krizi
yaşamamıştı” demişti. Onu da duymadılar.
Bildiğim bildik, çaldığım
düdük hesabı, yaptıkları uygulamalara devam ediyorlar. Şurada yanlış yapmışım
düzeltiyorum, özür diliyorum; diye bir durumları yok. Yanlışa devam ediyorlar. Yanlış
olduğunu biliyorlar mı? Ben anlayamadım. Lakin işte kendi adamları, kendi
yandaşları, en sıkıntılı zamanlarında bile onları destekleyen ve yanlarından
asla ayrılmayan yakınları bile yukarıdaki gibi eleştiriyorlar. Bari bunları
dinleseler diyeceğim ama heyhat!.
Yaptıkları yanlışları
anladıkları vakit, kendilerine, kendilerinin yaptıkları eleştiri yalnızca: “-Aldatıldık.” Oluyor.
Hoş bu da önemli bir itiraftır anlayana. Çünkü devlet adamı aldatılmaz,
aldatılamaz. Her adımı hesaplanmış, her yapacağı iş kanunlara, yönetmeliklere,
kurallara bağlanmıştır. Bütün bunlara rağmen, aldatılan bir devlet adamı, bunu
da itiraf etmişse, artık bir daha o görevde kalamaz, kalmamalıdır ve
kendiliğinden görevini devredip ve başının çaresine bakmalıdır. Bizde böyle
olmadı. İnadım inat dercesine, yüklendikleri görevleri devam ettiriyorlar.
İşte aklımın almadığı bir
hususa geldi sıra. Görevlerini nasıl devam ettiriyorlar?
Ayaklarının altına
aldıkları ve çiğnemekten zevk duydukları değerlere sahip çıkarak!
Her ülke halkının büyük
çoğunluğu daima, memleket sever, millet sever, kamu haklarına riayet eder
niteliktedir. Bizde de böyledir. Fakat işler bizde diğer ülkelerde olduğu gibi gitmemektedir.
Milletin büyük çoğunluğunun değerlerine aykırı hareket edenler, zayıfladıkları
zamanlarda o değerlere taparcasına sahip çıkarak, milletin zekası ile alay
edip, tekrar onların desteğini bizim ülkemizde sağlamaktadırlar. Böyle olmuştur.
Milleti sükuna, onların değerlerini adeta baş tacı ederek kavuşturmuşlardır. Öte
yanda, yapılan hatalar neticesinde hemen her gün şehitler, bombalamalar, adam
kaçırmalar, devlet memurlarının taciz edilmesi gibi olaylar millet tarafından
görmezden gelinmektedir. Bu sefer, millet kandırılmıştır ve millet kandırılmaya
hazır ve layık olduğunu, kandıranlara destekleriyle bildirmiştir.
“Vatan, millet, milli güvenlik, milliyetçilik”
teraneleri sözde de olsa, çeşitli yetkili ağızlardan dillendirildikçe, hele
hele, “dindarlığı hatırlatan
kavramlar kullanıldıkça, resimleri tedavüle sokuldukça” millet
dut yemiş bülbüle dönmektedir. Elbette bu durumun incelenmesi, analiz edilmesi
sessiz, soluksuz kalan ilim yuvalarının işidir. Bizler onların hayatiyet
kazanarak, görevlerinin başına döneceği günü sabırla beklemekteyiz.
Büyük yıkım gerçekleşmeden,
tedbir alınmalıdır noktasındayız.
Tedbir, sandıktan geçer.
Yılmaz Karahan :
YanıtlaSilHer zaman ağzı mühürlü, kapalı şeylerden çekinmişimdir. İrade beyanı açık olmalı. İrademizi kapalı sandığa bıraktığımızda, artık o irade, sandığı idare edenin iradesine dönüşmüştür.
Halil Kaya :
YanıtlaSilBatılılar bir zaman bize "hasta adam" demişler idi.O sözleri duymamız çok yakın.Belki de arzu edilen,üstlenilen misyon budur.