“Burası biletçinin Holywood dediği yer.
Gerçekten de bir ‘for-ret-sacre’. ‘Sacre’ yani kenef. Orman, yani kanunun,
idrakin, ışığın giremediği bir canavarlar yuvası. Hangi canavar? O bataklıkta
canavar bile barınmaz. Bir iki timsah, üç beş gergedan ve bir hayli örümcek.
Düzeltilemez mi? Hayır. Burası Tanrının lanetine uğramış.”
(Cemil
Meriç, Jurnal, Edebiyat Fakültesi)
İlahiyat Fakültelerinden
felsefe derslerinin kaldırılmak istenmesinin sebebini şimdi daha iyi anlıyoruz.
Akla düşman olduklarını filan söylemiştik o günlerde. Düşünceye düşman. Felsefe
sormakla başlar, daha derinlemesine söyleyecek olursak, insanlık sorarak,
araştırarak gelişir ve olgunlaşır. “Sormak, sorgulamak yasaktır; Bu nasıl
dünyadır” başlıklı üç bölümlük bir yazı yazmıştık. Zamanlaması çok
doğru olmuş. Nerden bilebilirdik, felsefenin yapılamadığı dili kullanarak, adam
olunamayacağını, veya böyle inandıklarını. İsabetli olmuş.
Öyle bir dünyadır ki
yaşadıkları, her şey kendilerinden evvel söylenilmiştir. Artık onların üstüne
yeni bir ilim, yeni bir fikir asla doğmayacaktır. Bu sebeple düşünmeye ve
yenilikler icat etmeye gerek yoktur. Eskilerden kalma hikâyelerin öğrenilmesi
ve hayata geçirilmesi kâfidir. Asıl problem düşünen kafaların, düşüncelerine ket
vurma savaşıdır. Öteden beri söylenegelen, ‘dindar gençlik’ aslında düşünmeyen
gençlikten başkası değildir. Düşünmeyecek ve fakat, efendilerinin düşüncelerini
üzerine bir şey katmadan kabul ederek iman edecek. İşte anladıkları İslamlık
bu. Değişim yaveleri filan da, yalandan ibaret. Düşünenlere karşı da uygulamak
istedikleri yaptırımlar acımasız. Vicdan ve insaftan yoksun, namus fukarası
adalet anlayışı, fikrini açıklayarak gerçekten Türkçe felsefe yapan 16 yaşında
bir masumun, cezaevine tıkılmasıyla sonuçlanıyor. Neyse ki, bir tam gün sonra
hatalarından döndüler. Tahliye edilen çocuk, tutuksuz yargılanacak,
Cumhurbaşkanı’na hakaret etmekten.
Katarlılar’ın Türkiye’de
büyük yatırımlarının olduğunu biliyoruz. Geçenlerde Katar Emiri Temim Ankara’ya
gelmiş ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmüştü. Görüşme sonrası, önce Çukurova
grubuna ait olan ve TMSF’nin el koyduğu Digi Türk’ün Emir’e satılacağı
haberleri dolaştı. İşte felsefe böyle yapılır. Hiçbir işe yaramayan, kitap
sahifeleri arasına sıkışmış kalmış fikirler ne işe yarayacak ki, fikir dediğin
bir solukta vatan mallarına sahip olabilmeli. Aksi durum beyin yormaktan öteye
geçemez.
Fetvacı başı namıyla
ünlenen fıkıh profesörü ilginç bir felsefe yapmış, “yolsuzluk, hırsızlık değildir” demiş. Bakın,
Türkçe harflerle ve kelimelerle anlatılabiliyormuş felsefe. Nasıl da
yüreklendiriyor, yapılan yolsuzlukların adeta devamını ister gibi. Ancak Hoca,
münazara oyununda, olumsuz görüşleri destekleyecek çocuğun kurduğu cümleler
tadında bir cümle oluşturmuş. Geçer not alamayacağı da kesin.
Bu durum tam da yemeğine
gömülmüş örümcek hikâyesini anlatır. Dişi örümcek doymak bilmez hırsıyla,
yemeğine saldırmışken, erkek örümceğin çiftleşmeyle çoğalma spermlerini dişinin
kesesine (yumurtalarına) aktardığı anlardadır felaket. Paylaşım
arenasında (bu kelimeyi iktidar mensupları çok sevdiğinden olsa gerek, kurdukları
futbol sahalarına arena demekteler) çoğalma isteği de olunca,
yemeğini yiyene kadar sabır gösterir dişisi. Bu sabır, ancak biriktirme ve (gıdaca)
zenginleşme
arzusuna tekabül eder. Birleşme sonunda ise, erkeğini yiyerek öldürür, zevkin
doruğunda olarak. Ortamını ve kazanımlarının paylaşılmaması esastır çünkü.
Payın büyüğünün, güçlüde kalması esası da devreye girince, taraflardan birinin
ölümü kaçınılmazdır.
Bir tarafın öldürülmesi
sebebi ise, diğer tarafın (aslında her iki tarafın da)
maddi refaha karşı bitmez tükenmez hevesidir. Ayrıca bu heves onlarda bir hayat
kültürü oluşturmuştur. Daima bana, hep bana hevesi diyebiliriz. İsraf ki
zulümdür manası, bir tarafın hayatının özü ise, bir başka taraf açlık sınırında
yaşama savaşının kahramanı olur. Öylesine ince hesaplarla, geniş komisyonların
aylarca çalışmaları sonunda bulurlar ki asgari ücret miktarını, yüzlerce
gazetecinin huzurunda övünçle açıklamalar yapılır. Sarı renkli sendika ağaları
ile kara renkli zulüm ağaları arasındaki mutabakat açıklamaları sonunda bol
yıldızlı otel restoranlarında bir yemek yemeyi de ihmal etmezler. Sonrasında, “Yaratılanı
severiz Yaratan’dan ötürü” açıklamaları meydanları doldurur,
Hakları verilmeyenlerin, gasp edilenlerin bol alkışları arasında.. Alkış gördükçe
ağalar, ‘yola devam, durmak yok’ söylemini
kuvvetlendirirler… bu kısır döngünün sonsuza kadar devam edeceğini sanırlar!.
Şimdi taraflar birbirine
girdiler. Soğukkanlı bir vaziyette olacakları takip ediyoruz. İki testi vuruşunca
birisi kırılır. Zayıf olan mı, sızdıran mı kırılır bilinmez. Kırılan kırılır ve
atılır, diğeri ise kesinlikle yara alır. Buna felsefe oyunu diyorlar. Türkçe
yapılamayan felsefe oyunu. Bize düşen uzaktan seyretmek şunu unutmamak
kaydıyla: yere düşene ve aman dileyene kılıç vurulmaz.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın, talihsiz konuşması üzerine
birçok yazı - makale yazıldı. Bunlardan;
Abdullah Alagöz ve Halil Konuşkan ortaklaşa yazdıkları “Felsefe ana dil ile yapılır”
başlıklı yazıları, haberhergün.com sitesinde,
Prof. Nurullah Çetin “Türkçe ile felsefe yapılamaz mı”
başlıklı yazısını, Yeni Mesaj gazetesinde,
Mehmet Y. Yılmaz, “Felsefi derinlik” başlıklı
yazısını Hürriyet Gazetesinde,
Prof. Kemal Üçüncü, “Erdoğan şikayet ettiği o ‘yalanları’
araştırmak için ne yaptı” başlıklı makalesi oda.tv de,
Yayınlandı. Gerekli
eleştiri ve cevaplar, doyurucu ve tatmin edici düzeyde anılan yazılarda var.
Heyecan yaşatmak cambazın
felsefesidir, tel üzerinde, elinde terazi ve seyircileri. Seyirci ne telin, ne
de terazinin farkındadır. Cambazın ne zaman ve nasıl düşeceğine odaklanmıştır.
İki direk arasındaki yolu kazasız bitirdiğinde ise seyirciye çılgınca
alkışlamak düşer. Bu alkış sırasında seyircilerin mallarındaki azalmalar
onların asla umurlarında değildir. Ve felsefe asıl tesirini burada gösterir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder