50 yıldan fazladır
kapısında duruyoruz Avrupa Birliği’nin. Bu çok söylenilen bir cümledir.
Gerçekten duruyor muyuz? Evet duruyoruz. Sadece duruyoruz. Durarak, Avrupa
Birliği’ne üye olmak istiyoruz. Onlar da bizden bir şeyler yapmamızı
istiyorlar. Nedir bu istedikleri? Kendilerinin yazarak kâğıda geçirdikleri ve
adına demokratik dedikleri bazı kurallar var, o kuralların üye olmak talebinde
bulunan ülkeler tarafından da uygulanmasını istiyorlar. İnsan hakları,
özgürlükler, basın hürriyeti, siyasi olgunlaşmalar, vergilerin Avrupa
düzeylerine indirilmesi, yatırımcıların önünün açılması.. bu başlıklar daha da
artırılabilir. Kısaca kendileri gibi olunmasını istiyorlar. Kâğıt üzerindeki
talepleri doğrusu hayır diyebileceğimiz türden talepler de değil. Aslında
onların istemeden, bizim gönüllü olarak yapmamız gereken, uygulamamız gereken
istekler bunlar. Mesela, polisin anlamsız zamanlarda biber gazı kullanmamasının
istenmesi ne kadar doğal, doğru bir talep, ayrıca kim istemez ki? Anayasa’mızda
da hüküm altına alınmış olan, gösteri ve protesto hakkının özgürce
kullanılmasının talep edilmesi ne kadar haklı bir istektir. Fikir
açıklamalarının suç sayılmaması ve istenildiği gibi medya ortamında açıklanması
ve anlatılmasının suç sayılmamasının talep edilmesinin ne kadar haklı bir talep
olduğunun bizlerde bilincinde olarak, kendi taleplerimizin olduğunu rahatlıkla
söyleyebiliyoruz. O halde, niçin bütün bunların ülkemizde de uygulanmasının
isteğini, niçin Avrupa’nın istemesinden sonra, o birliğe üye olmak uğuruna
yapmaya çalışıyoruz. Niçin, kendi insanımızın rahatı, huzuru, insanca
yaşamasını temin etmek üzere, birilerinden talimat almadan kendiliğimizden
uygulamaya geçemiyoruz?
Problemlerimiz var. İçeride
PKK belası, borçlandırılmış ahali, üretimi kısılarak zayıflatılmış ekonomi,
tarımı göçertilmiş, ekonomik gücü daraltılmış bir insanlar topluluğu, dışarıda,
Kıbrıs, Azerbaycan, Ermenistan, Irak, Suriye, Kuzey Irak.. gibi devasa
problemlerle boğuşan ve bu problemlerin ha deyince çözülemeyeceği kadar
körleştirilmiş düğümlerle mücadele eden bir Türkiye ve yaşadığı problemler var.
Kısaca, bizi bize bırakmıyorlar. Kıbrıs’ı istiyorlar, Azerbaycan’ı düşünmeyin
diyorlar, Ermenistan sınırlarını açın diyorlar, Kuzey Irak’ta kurulmakta olan
devletçiğin hamisi olun diyorlar, Suriye’deki Kürt Devletini siz kurun ve
destekleyin diyorlar, Esad’ı devirin ve o ülkede kurulacak üç-dört devletin
varlığını kabul edin diyorlar, İsrail’in zulümlerini görmezden gelin diyorlar.
Kim diyor bunları, bize insan haklarını, demokrasiyi dayatan sözde demokrat,
Avrupa ve ABD kuvvetleri. Sırasında sopa gösteriyorlar, sırasında
taraftarlarını sokaklara dökerek, ülkemiz aleyhinde ve kendi lehlerinde
sloganlar attırarak, rahatça kullandıkları gazete manşetlerini istedikleri biçimde
attırarak, devşirdikleri bilim adamı kılıklı profesörleri televizyon televizyon
gezdirerek, mesajlarını aralıksız beyinlere kazıyarak. Çok metot var
kullandıkları, başarılı bir şekilde de kullanıyorlar. Çünkü paraları bitmez
tükenmez boyutta, istedikleri gibi rahat harcama yapabiliyorlar. Ayrıca ve en
önemlisi, ülkenin bankacılık sisteminin %60’nı, sigorta sisteminin tamamını,
ihracat mallarının %70’ini emir vermeyi hak olarak gören bu küresel güçler
ellerinde bulunduruyorlar. Bir de haberleşme sistemi tamamıyla bunların
emrinde. Enerji sistemleri de onların izni olmadan asla çalıştırılamaz.
Hal böyle olunca,
Emir almaya amade kişileri
de yönetime getirdiklerinden, yapamayacakları ve kabul ettiremeyecekleri bir
şey kalmıyor geriye.
Yani, şunu rahatlıkla
söyleyebiliriz. 50 yıldır kapısında beklediğimiz Avrupa Birliği’nin talep
ettiği kuralları, bir türlü hayata geçiremeyişimiz de yine kendilerinin set
çekmesiyle başarılmaktadır. Başarı kendilerine aittir. Gerileyen ve durmaksızın
koşan yine biz olduğumuz halde.
Biz yüz yıllardan beridir
yönümüz Batı’ya doğrudur. Bu hedef genlerimizde kazılıdır. Bu hedeften caymamız
mümkün değildir. Avrupa Birliği Türkleri aralarında görmek istemiyor çünkü o
birliğe girdiği anda önemli bir sayısal üstünlükle birlikte girecek. Nüfusu,
ekonomisi ve devlet yönetimindeki tecrübeleriyle Birliği yönetimi altına
alabilecek müthiş birikimleri vardır Türklerin. Hiçbir Avrupalı bunu istemez.
Hiçbir Avrupalı Türk idaresine girmeyi düşünmez. Bu sebep çok önemlidir ve
korkuları da budur.
Eğer devletimizin gerçekten
bir Avrupa hedefi varsa ve gerçekten bu hedefe ulaşmak niyeti de varsa (ki
var):
onlar istemeden ve istekleri ne olursa olsun, günümüz medeni dünyasının kabul
ettiği insani değerleri ve demokratik kuralları sırf insanımızın da hakkı
olduğunu kabul ederek uygulamaya koyulmasıdır. Bunların uygulanması sırasında
da asla Avrupa Biriği’ne girmek düşüncesiyle hareket etmemelidir. İnsan Hakk’ı
Avrupa’da da olsa, Asya’da da olsa uygulanması her devletin üzerine bindirilmiş
büyük bir görevdir. Bu görevin Hakkıyla yapılmaması durumunda yaşanacak
olumsuzluklar da felaketin kendi eliyle davet edilmesinden başka bir işe
yaramaz. Ki, bu felaket ayrı bir çalışmanın konusudur.
İlhan Yalçın :
YanıtlaSilKaleminize sağlık Hocam. Hatırladığım kadar tarımdaki bir iki nokta hariç, AB'nin istediği yasalar (ihanet yasları da dahil) çıkartıldı. AB lehine olanlar da uygulanıyor.
Bu kanunlar çıkmadan önce de çıktıktan sonrada insani haklara ait hükümler, (alışkanlığın da tesiri ile) ne hükümet ne savcı ne hakim tarafından uygulanıyor. Vatandaş da haklarını bilmiyor. Bu hakların uygulanması, AB yolunu açmaz ama bizi bir değer olarak yükseltir.
İşin aslı, insani ve demokratik gelişime "evet" derken, AB menfaatine vatanımızın parçalanmasına sebep olan kanunların da iptali gerekmektedir. Kim bunu yapacak? Maalesef, görünürde de bu ikisini bir arada yapacak siyasi duruş yok. Umut da yok
"AB menfaatine vatanımızın parçalanmasına sebep olan kanunların da iptali gerekmektedir. "
SilEvet bu cümleniz ve içeriği fikir hayatidir. ikiz yasalar, gümrük birliği, özelleştirmeler gibi (daha pek çok) yasaların ve uygulamaların iptal edileceğini MHP deklare etmelidir. izan, akıl ve inançlarımız bunu emreder.