Kelimeler ne zaman
kifayetsizdir?
Aynı ilim çevresine dâhil
olmayan iki kişinin sohbeti anında. Biri, diğerinin söylediğinin ne anlama
geldiğini bilmiyor, diğeri de onun.
İlim çevresi tanımını biraz
geniş düşünmeli. Eğitim, öğretim, ilim yuvaları anlaşılabileceği gibi, kültür
evi olarak da anlanabilir. Her yetişenin ortamı, kültür çevresi farklılıklar
arz eder. Bazı kavramlar bazı bölgelerde farklı anlamlarda kullanılabilir.
‘Bölgeler’
kavramının içine, farklı ideolojik gruplar, farklı cemaatler ve farklı siyasal
kültürleri de katıyorum.
İnanamıyorum, aynı
mahallede büyümüş, aynı mekteplerde okumuş insanlar nasıl olur da, aynı ‘kelime’ye
farklı anlamlar yüklerler? Hatta aynı ailede büyüyen, gelişen iki kardeşin aynı
kelimeye farklı anlamlar yüklediği durumlarla da karşılaşılmıştır.
Şöyle bir örnek üzerinde
düşünelim: bir konferansta konuşmacının iki kardeş tarafından can kulağı ile
dinlendiğini ve hatta hararetle her ikisinin de not aldığını. Öyle bir an olur
ki, kardeşlerden birisi, mesela öksürür, mesela kulağını kaşır, mesela bir
tanıdığını gördüğünü sanır, an içinde kafasını diğer yana çevirir.. gibi. Bu
anlarda, konuşmacıdan çıkan kelimeler kulaklara aynı anlamda girdiği halde,
beyinlerde alınan mana farklılaşır. Zamana vurulsa ‘bir an’, saniyenin bilmem
binde kaçı gibi bir zamana tekabül eder. Hiçbir önemi olmayan, göz ardı
edilebilecek bir zaman dilimi gibi görünür. Oysa öyle bir tesir yapmış, öyle
bir oluşum meydana getirmiştir ki, ilerleyen zaman içinde bile tesiri yaşanan,
etkisi her an içinde görülebilecek ve hatta ilgililerin çocuklarında bile sirayeti
gözlenebilecektir.
Bir nesneye bakan iki
kişinin farklı resimler görmesine benzer anlatılan. Çünkü her ikisinin de
durdukları yer başkadır, duruş noktalarına göre bakış açıları farklıdır, bu
bakış açılarından gördükleri de farklı olacaktır. Farklılık, izahatta ortaya
çıkar. Görünen aynı, nesne aynı, fakat gören farklıdır. Şu an için
sorulabilecek soru şudur: gören gerçekten faklı mıdır?
‘Anlam’,
nesneden fırlayan ışınların göze varış yoluna ve o yola rastlayan gözün görüş
ve alış kabiliyetine nispetle, nesneden kopan ışının akış istikametine göre
renklenir, şekillenir, anlam kazanır. Nesnel olaylara anlamı katan beyin,
beyinin algılaması ve idrakidir. Işındaki sapmalar, yoldaki tümsekler,
çukurlar, tarif edilemeyen engeller algılarda farklılaşmalar meydana getirir. Aslında,
algılardaki farklılık mühim değildir, algıyı ortaya sürerken kullanılan kelime ve
kavramlara yüklenilen manalarda farklılıklar ortaya çıkar ki, birken iki, iki
iken üç, üç iken toplum; ve bir milleti düşünecek olursak, insanlar arasında
anlaşamamazlık ve/veya uzlaşamamazlık büyük bir sosyal psikolojik problem
olarak, toplum hayatını etkisi altına alır. Sıradan bir olayda kişinin,
diğerini anlayamaması böylece, elektriksel bir çoğalmayla bir toplumu etkisi
altına alır ve belki de çözülemez koca bir sorun yumağını ortaya koyar.
Bir küfe içindeki çürümeye
yüz tutmuş bir salkım üzümün yapacağı iş budur.
Bir parça toprak üzerinde
üretim yaparak katkı sunmak istiyorsanız, ilk yapacağınız o toprağı tohumlamaya
hazır hale getirmektir. Aksi halde başarısızlık sizi derin zararlara gark
edecektir. Belleyeceksiniz, gübreleyeceksiniz, sulayacaksınız, güneş ışığı
almasını sağlayacaksınız uzun ama çok uzun bir yolunuz var. Tohumla toprağı
buluşturmak da ancak bir ustanın işidir. Siz sadece ustaya yol vereceksiniz ya
da, ustanın emirlerini itirazsız kabul edeceksiniz ki, verim ancak sonrasında
ölçülebilir.
Toprakla tohumun buluşması
da kâfi olmayabilir. İkisinin de arzu ettiği ilave hizmetler sizi bekliyordur.
Yabanıl otları temizleyip, çapayı ihmal etmemek, vitaminini, suyunu zamanında
vermek, ısısını ayarlamak öyle de kolay işlerden değildir. Ürünü vücuda
getirmek için tüm hizmet bileşenlerinin bir arada olması mecburiyettir.
Örneklendirmede bildirilen işleri çiftçilerimiz bilir, bizim anlatımımızda
eksiklik de olabilir, bunun bir önemi yoktur.
Maksadımız, toprakla
tohumun birleşerek, aynı amaca hizmetle bir ürün -anlam- meydana
getirmesini anlatmaktır. Bu anlam ancak İnsan olabilir!..
Anlam birliği, ancak
toprağın (burayı, millet, toplum olarak anlamalıyız) işlenilmesi ve ihtiyacı olan gıdanın verilmesi
ile mümkün olabilmektedir.
Toprağı millet, tohumu
hakikat, fidanı gençlik olarak anladığımız vakit;
Problemi de çözmüş oluruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder