Hiçbir şey olmamış gibi
sustu, başını önüne eğdi. Gözleri kapalı mıydı? Seçilemiyordu. Anlaşılmaz bir
sessizlik kapladı cihanı. İçinde fırtınalar koptuğu, dev dalgaların kayaları
parçaladığı yanağındaki seyrimeden anlaşılabilirdi. Ayağa kalkıp üzerine
yürüyen densizliğini hala fark etmemiş olmalı ki, homurdanıp duruyordu. Oysa
daha birkaç gün evvelki görüşmelerinde, kavgadan da, gürültüden de geçtik biz,
artık sükûn bulmalı hayatımızda.. Gibi laflar edilmişti. Her gün, sıradan
konuşulan bir laf edildi diye, ayağa kalkıp, üzerine yürümek ile sükûn bulmanın
ilişkisi bilinemezdi. Anlaşılamazdı. Söylenilen söz kaba da olsa, yanlışta olsa
kavga, dövüş kastıyla üzerine yürümek gibi hoyrat davranış nasıl affedilir ki?
Af insana yakışandı. Tövbe
insana yakışan.
Tamam, af tövbeden sonra
gelir, özürden sonra…
*
“Dokunma
kalbime zira çok incedir kırılır
O tıpkı bir mabede benzer ki orda hıçkırılır”
*
İki hatalı durum var bu
tabloda.
İlki, her okuyanın hemen
anlayacağı kabilden bir hata, ortada önemli bir durum yokken birinci kişinin
hemen, samanın alev alması gibi parlaması ve kavga yaparcasına diğerinin
üzerine yürümesi. Bu avamın halidir, hemen daima her tarafta görülebilecek
vaka-i adiyedendir.
İkincisi ve üzerinde duracağımız
husus; ikinci kişinin suskunluğa bürünmesi, hiç laf etmemesi, kırılması,
üzülmesi… Bu da hatalı bir durumdur.
Ve eğer ortada bir suç
varsa ikinci kişinindir. Önceki konuşmaları değil, kavgaya davet edenin
hareketine kırılması suçtur. Küsmesi suçtur. İncinmesi suçtur. Aslında ‘suç’
kelimesi uygun düşmüyor fakat anlaşılmasını kolaylaştırmak için bu kelimeyi
kullanıyorum.
Şu soru akla gelebilir. Ne
yani, ikinci kişide ayağa kalkıp, kavgaya mı başlasalardı? Makul bir soru,
fakat bizim kastımız bu değildir. Kavgadan beri yaşamak niyetindeki bizlerin,
barıştan, güzellikten yana tavır alışımız, kavgadan kaçmak anlamına da gelmez.
Suskunluğa bürünmek, kavgadan kaçmak, korkmak anlamına da gelmez. Böyle
anlaşılmışsa, hata anlayanındır.
Kişi kendi ile barışmadıktan,
kendi hali ile sulh sağlamadıktan sonra, diğerleriyle, komşularıyla, cihan ile
nasıl sulh sağlar?
“Bir kötülüğün karşılığı, onun benzeri bir kötülüktür! Kim affeder ve
barışırsa onun ecri Allâh’ın üzerinedir… Muhakkak ki, O zâlimleri sevmez.”
(Şûrâ/40)
İşte affetmenin üstünlüğü.
Bu sebeple, suskunluğa bürünen ikinci kişinin ‘suç’lu olduğunu belirttik. Ne
olacağı, nasıl olacağı bilinemez.
Neden suskunluğa büründü?
Ayağa kalkanın hareketini ondan beklememeliyiz, tabiî ki ayağa kalkmayacak,
tabiî ki sinir buhranı geçiren kişinin hareketini yapmak katı bir kavgaya sebep
olacaktı. Buna gerek yoktu. Sumak en iyisi idi. Allah’a sığınarak. Af dileyerek
ve zikir ederek. Kalbini kırgınlıktan sıyırarak. Vurgumuz burayadır. Ne acılar,
yaşanmış, ne yaralar açılmıştır sırf bu sebeple. Hakk ehlinin kalbinin
kırılması Allah Muhafaza karşıda onulmaz yaraların açılmasına sebep olacaktır.
Kalbinin kırılmamasına çalışacaktır. Bu itibarla incinmesi yasaklanmıştır. Ehil
olmayan incitmeye çalışsa da (ki, bu onun görevidir) O’nun incinmeme gibi bir
vazifesi vardır. “Neylerse
güzel eyler” kelâmı buraya işarettir. İncinmedikçe Hakk
katındaki derecelerinde yükselmeler olur. İnsan’ın yetişmesi böyledir. Nice
badirelerden geçer, nice sınavlar yapılır. Her birinden iyi derece ile geçmek
olgunlaştırır, pişirir, “Hamdım,
yandım, piştim”.
“Velî
ârif olan lutfa sevinmez kahre incinmez
Eyü kim cümleten halka âtâsın ol amin etmiş”
(*)
Bütün hadise bundan
ibarettir.
Hakk’a yakınlaşan İnsan’a
dünyanın hiçte aşina olmadığı görevler yüklenir. Her başarılan görevden sonra
bir yenisi… Asıl imtihan budur.
+++++++++++++++++++++++++
(*) “Velî
ârif olan lutfa sevinmez kahre incinmez / İyi ki hepsini o halka ihsanlarını
umumî etmiş” Niyazî Mısrî
''En iyisi susmak'' diye yazdıktan sonra, sizin yazınıza denk gelmek okumak çok hoş bir tesadüf oldu. Olgunlaştım teşekkür ederim. Kaleminize sağlık.
YanıtlaSilEfendim ne saadet,
Siluzun süredir görmemiyorduk,
Çok teşekkürler..
Var olunuz.
Saygılarımla