‘Sosyal medya’ sayfalarında, Tasavvuf sayfasında karşılaştığım ve
yazarını tespit edemediğim aşağıdaki paragrafı yayınlamıştım:
“İnsanlar; sataşanlara, haddi aşanlara,
densiz eleştiride bulunanlara, gerçeği inadına örterek egosuyla karşıdakini
mahcup etmeye çalışanlara verilecek en güzel, en yerinde, en güçlü cevabın;
“Sessizce, Sükunetle Seyir” olduğunu bilselerdi; yeryüzünde üzüntü de, acı da,
hüzün de filizlenecek benlik bahçesi bulamazdı!…”
Susmaktaki cevabı
anlayabilselerdi… açıklamasını bir dostumuzun; “susan dilsiz şeytan gibi,
lakin sükût buyurduğunuz gibi” yorumuna yapmıştık.
20 Mayıs tarihli yazısına
Atilla Fikri Ergun “Siyasete endekslenmek ve güncele takılıp
kalmak düşünceyi öldürür” cümlesiyle başlar. “Manevi-ahlakî
olmayan, bilgi ve düşünce üretemeyen salt siyasî-ideolojik veya
ekonomik-politik yaklaşımların başarılı olma şansı yok”.
Atilla Bey çarpıcı mesajı vermiş. Her olay hakkında, her fikir hakkında
siyasi ve ideolojik açıklama getirmeye çalışmak, kısırlaştırmış düşünceyi.
Anlaşılan bu. Serbest olmak, hür olmak, özgürlüğü yaşayabilmek en iyisi. Mutlak
surette, fikir beyanı gerekiyorsa önce sahip olduğumuz statülerden arınmalıyız
ki, -söylediğimiz yanlışta olsa- bize ait olduğundan rahatlık sağlasın. Bu
aşamada mühim olan, fikri çekinmeden, korkmadan söyleyebilmektir.
Fikir teatilerinde, önce verilen cümleyi, fikri anlamaya çalışmalıdır.
Söylenilenin peşinen yanlışlığını -veya doğruluğunu- düşünmek doğru değildir,
ne diyor o fikir, düşünce? Tüm ön bilgilerimizden soyunarak anlamaya çalışmalı,
hazırlıklarımızı ön yargılarımızı kenara bırakarak yapmalıyız. Cevaplanırken,
peşinden gelecektir sahip olduğumuz fikirler. Kabuller sonradan devreye
girecektir.
Yukarıdaki susmak konulu paragrafa verilen cevaplar, yapılan yorumların
tamamı siyasi içerikli idi. Oysa kasd-ı paragrafta böyle bir niyet ve amaç
yoktur. Türk Dil Kurumu susmak kelimesi karşılığında, “konuşmasını kesmek, konuşmaktan kaçınmak, ses
veya gürültüyü kesmek, ses ve gürültü yapmamak, (mecaz olarak) etkisini
göstermemek, tepki göstermemek” manalarını vermekte ise de;
Susmak; ismi Allah olanın gücü karşısında tevazuya bürünmek, O’nun
bilgisi karşısında acziyetini bildirmek, O’ndan gelene Eyvallah diyerek kabule
girmektir.
İşte, böyle bir amaç için susanın taşıdığı potansiyel -enerji- güç
büyüklüğünde bir bomba henüz icat edilmemiştir.
“Sessizce
seyir”, “susmanın” sonucudur.
Susmayı bilen, seyir halindedir. Seyir halinde bulunan İnsan’da ise “acı, hüzün”
neşvü nema bulamaz. Bu hal ise tam teslimiyet halidir.
En doğrusu, susan İnsan’a karşı edepsizlikten kaçınmak, kırıcı
davranışta bulunmamak, ona saygıda kusur etmemektir.
Bir zorunluluk olarak, zamanımızda “sesi en çok çıkan Hakklıdır” yanlış inanışını
geri itmek ve hayatımızdan çıkarmak gerekecektir.
“Muhakkak ki Allâh indinde canlıların en şerrlisi,
aklını kullanmayan (taklitle yaşayan) sağırlar
ve dilsizlerdir.” (Enfâl/22)
En doğruyu Allah bilir.
Mehmet Ali Öztürk :
YanıtlaSilSus gönlüm..
Bütün susmalarına karşılık, herşeyin hayırlısının olacağına inanarak sus..
Her susuşun bir CEVAP olsun..
Her susuşun SABRIN olsun..
Her susuşun DUAN olsun..
Yazıyı çok beğendik, ama konusu "susma" olunca bir şeyler yazmaya da çekindik. Aşağılayıcı sıfatları kullanmamak gibi bir düsturu ilke edinmeye çalışsam da şu ifadeyi kullanmadan geçemeceğim. "Lafazanlar vızıltı üretir, icraatçılar sadece işlerini yaparlar."
YanıtlaSilSükut, susma ve sessizlik kelimelerinin deruni manasına girmeye ise edep ederiz. Çünkü müellif, icap edeni, gayet açık ve güzel izah etmiş.
Candan Nurgül:
YanıtlaSilSeni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle
gece gündüz çalışan bir dünyada,
kendin olarak kalabilme, dünyanın en zor savaşını vermek demektir.
Bu savaş bir başladı mı artık hiç bitmez...
Anladım ki susmak bir cüsse işi…
Derin denizlerin işi…
Candan Nurgül gönderisidir:
YanıtlaSilAnladım ki susmak bir cüsse işi…
Derin denizlerin işi…
Serin sular en hafif rüzgârları bile coşturabiliyor..
Derin denizleri ise ancak derin sevdalar…
Derin denizlerin sükutu büyüler beni.
İçimi bir heybet hissi kaplar.
Dalgalı denizler, durgun mavi denizler kadar heybetli gelmez bana.
Göklerin suskunlugu da öyle.
Gök gürlemeleri, mavi derinliklerin heybetini siler diye düşünmüşümdür hep.
Sükut her zaman daha manalı, daha derindir.
Kalbe sözden çok sükuttan manalar akar.
İnsan evrendeki sükutu anlayabilseydi, kim bilir belki de söz olmayacaktı.
İnsanlar sükutun dilinden anlayacak, derin ve manalı bakışlarla konuşacaklardı.
Ve ses, sükutun heybetini bozamayacaktı.
Konuştuğum zamanlar hep acze düşmüşümdür de ondan kelama sarılmışımdır.
Evrendeki her varlıkta sükutu bir süs, bir hikmet olarak algılamışımdır.
Sözü ise ancak bir zaruret..
Hep derin denizler kadar heybetli bir sükut dinledim ondan.
Sanki durgun ve derin bir ummanın kıyısına varmıştım.
Derinliklerinde gönül ve hikmet incilerinin gülümsediği bir deniz bulmuştum.
Hayatın hiçbir kasırgası, hadiselerin hiçbir fırtınası onu dalgalandıramıyordu.
O denize imrendiğim an, gözlerim şu mısralara takılmıştı:
Gittim, gittim, denizin sınır yerine vardım
Halin bana da geçsin! diye ona yalvardım
Bir çılgın vesvesede içim didiklense de,
Olaydım o cüssede, O’nun gibi susardım..
Gerçekten de öyle olmuştu. Sonsuza götüren bir denizin kıyısına varmıştım.
O zaman anladım ki, susmak bir cüsse işi. Derin denizlerin işi.
Sığ suları en hafif rüzgarlar bile coşturabiliyor.
Derin denizleri ise ancak derin sevdalar..
Anladım ki, derin ve esrarengiz olan her sey susuyor.
Anladım ki susan her şey derin ve heybetli…
Şems-i Tebrizî