9 Aralık 2010 Perşembe

Parktaki Adam

Sabahleyin saat sekiz de çıkıyorum evden. İşyeri ev arası yürüme kırk dakikalık yol. Kurtuluş Parkı’ndan geçerek, parkın serinliği içinde kaybolarak gidiyorum her gün. Bir küçük spor oluyor hem de. Sekizi yirmi geçe civarında parkın içine varıyorum, yolu takip ederek, Sıhhiye’ye doğru yol alıyorum.  Yaklaşık üç aydır dikkatimi çeken bir adam var parkta. Her gün tam da benim geçtiğim zamanlarda, sabah sporunu bitirdikten sonra, yol üzerindeki bir banka oturuyor, terlerini siliyor, dinleniyor. Bu üç ay içerisinde, birkaç defa selamlaştık. Öyle ki, iyiden iyiye tanışıyoruz gibi. Gün be gün tanışıklık artıyor.

Artık, başla gülümseyerek değil, sesli olarak selamlaşıp, hal hatır soruyoruz. Bazen yanına oturup bir iki satır sohbet ettiğimiz de oluyor.

Yine aynı saat yine aynı banka oturmuş beni bekler gördüm.

-“Sabah sporu yorgunluğu var üzerinizde. Sıhhatler olsun.” Deyip, selam verip oturdum yanına.

-“Öyle.. atınıza iyi bakarsanız sizi köye kadar götürür, bu vücut bu dünyada ömrümüzü sürdürebilmemiz için bizlere verilmiş bir attır. O halde iyice bakmamız, tımarını zamanında yapmamız gerek.”

-“At! Yani, bizden farklı bir varlık mı? bizi taşıyor. Bizden ayrı mı? biz/ ben ve vücut ayrı mı? nasıl anlayacağız bunu. Eğer bizden ayrı ise, ölüm dediğimiz nedir? Sorular çoğalıyor.”

-“Ölüm den sonra cesetten bir koku oluşur. peki, şimdi bu kokmamayı sağlayan kimdir? Ölüm olayı ile vücuttan ayrılan birisi mi var? öyle olmalı. Elbise değiştirmek gibi bir olay. Üzerindeki eskirse, kirlenirse gider evinde değiştiririsin. Sonra dışarı çıkarsın. Sen dışarıda iken, evdeki elbisenin senden haberi var mıdır? Onun gibi işte.”

Kısa kısa cümlelerle konuşmalar sürdü gitti, yıllar boyu. Her sabah parkta onunla karşılaşmak, onun söyleyeceği bir cümleyi almak ve günlerce o cümle üzerinde düşünmek. Yıllar böylece geçti, hep aklımda bulunan sorularla.

Ertesi günü, yine aynı zaman ve yerde bankta oturuyorlardı. Çoğul söylüyorum çünkü iki kişi idiler. Selamlaşıp oturdum. Tanıştırdı. Oğlu Murat, üniversiteyi bitirmiş, işe başlamış, evlenmiş, bir çocuk sahibi olmuş… bu sabah sporu baba oğul birlikte yapmışlar. Delikanlının daha koşası var ama babasına uyduğu için o da bankta oturuyor. Tanıştık. Havadan sudan sohbet ettik birkaç cümle. Ben işe doğru ayrıldım.

Dünya, üzerinde yaşayan güzellerden bihaber, habire dönüp duruyor. Belki de dünyanın dönmesi aşkındandır. Sevgisi olmasaydı, aramaz, olduğu yerde durur muydu? Dönmesi aramak mıdır? Kavuşmaya çalışmak mıdır? Yine de inanıyorum, dünya bihaberdir. Balık misali, deryayı tanımazlar.

Üç gün sonra;

Parka yaklaştıkça her günkü heyecanım vardı üstümde. Parka girer girmez uzaktan gördüm, aynı bankta oturuyordu. Yaklaştıkça fark ettim. Takım elbisesini giymiş, kravatını takmış, sinek kaydı tıraşını çekmiş, güzel kokular sürünmüş bekler halde idi.

-“Günaydın” diyerek oturdum. Güvercinler hep bir arada kümelenmişler, sabah sporu yapanların getirdiği bayat ekmekleri didiklemekle meşguller, bir ilk mektep talebesi ayağını sürüyerek geçti önümüzden, sanki uyukluyor gibiydi, yolun diğer tarafındaki çay-simit büfesinin kepengi açıldı gürültü ile, bir taksi acı acı kornasını çaldı, asfaltı yakan bir firen sesi duyuldu, trafik polisinin düdüğü karıştı meltem esintili havaya, bir başkalık vardı dünyada, bir başkalık vardı rüyada.

-“Hayırdır baba. Spor yapmadığınız belli oluyor.  Güzel elbiseler içindesiniz. Bilmediğimiz bir şey mi var?”

-“Haa evet.” Dedi. “evet. Yakında taşınacağız da haber vereyim dedim.”

-“Taşınmak mı? nereye” adeta bağırarak sormuştum, soruyu.

-“Ankara dışına” dedi.  “Elbiselerimi giydim ki, diğer tanıdıklarla da vedalaşmaya gideceğim.”

Ne yapacağımı, ne diyeceğimi şaşırdım. Şu dünyada selamlaştığım, oturup iki cümle laf ettiğim bir kişi vardı, o da gidiyor iyi mi? ayrıldığımızda herhalde ağlıyordum. Yaş aktı mı, akmadı mı? bilmiyorum. İşyerine vardığımda, hemen izin alıp ayrıldım. Sonra ne yaptığımı hiç sormayın.

Parktan her geçişimde selam vererek o banka oturuyorum birkaç dakika, geçmiş yılların sohbetlerini, derslerini özlemle yâd edip, boynu bükük vaziyette işime doğru gidiyorum.

Bir ay sonra;

Parka girdiğim de bankta oturan birisi vardı. Gelmiş diyerek sevindim. Yaklaştıkça "O" olmadığını anladım. Oğlu murat idi. Selam verdim.

-“Siz gitmediniz mi?” diye sordum.

-“Nereye” dedi. Babasının bir ay kadar önce Ankara dışına taşınacaklarını söylediğini, ailecek gideceklerini düşündüğümü anlattım.

-“Haa.” Dedi. “Babam, sizlere ömür. Göçtü bu dünyadan.”

Kaynar sular döküldü başımdan aşağı, göç tarihi tamda bana söylediği tarihe denk geliyordu. Aptallık ettiğimi düşündüm. Cenaze merasiminde bile bulunamadım.

-“Vah! eşşek kafam…”

1 yorum:

  1. yazılarınızı dikkatle takip ediyorum. Tebrik eder başarılar dilerim
    İsmail TANOĞLU

    YanıtlaSil

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...