2 Kasım 2018 Cuma

Geçmişten Günümüze…



Uzun yıllardır göremediğim, arkadaşlarımızı bir telefon iletişim ve haberleşme ağı vasıtasıyla bir araya getirdiler. İyi bir hizmetti. Sağ olsunlar. Eski resimler, yeni resimlerle yayınlanınca, artık yaşlandığımızın da farkına vardık. Eskimişiz kendimize yaşlılar içinde yer aramakta fayda var!

Yıllar, ne de çabuk geçmiş.

Tipler değişmiş, yüzlere yorgunluğun çizgileri yerleşmiş.

O yıllar ne güzeldi!

Bir bakışla ya da bir kelimeyle kimin ne demek istediği anlaşılır, ne gerekirse yapılmaya çalışılırdı. Çünkü yapılabilecekler o kadar sınırlıydı ki! Okula gidilir, bir sınıfta toplanılır, ısınmayan sınıflarda, paltolara sarılarak, birbirine yakın durarak, günü bitirmeye çalışılır, fırsat bulunduğunda ders dinlemeye gidilir, akşam olur, şehre dönülür. Bu kadarla sınırlıydı yapılabilecekler.

Kavganın, gürültünün olmadığı nadir aralarda, Cemil Meriç’ten bir paragraf okunur, anlaşılmaya çalışılırdı. Bazen bir dörtlük mırıldanırdı edebiyatçılar, bazen bir türkü tutturdu Erzurumlu, Kahramanmaraşlı bir dost…

Ne güzel günlermiş…

Fırsat bulundu ya, haberleşme grubunda birbirine benzemeyen milyonlarca ileti gönderiliyor. Tek ortak noktaları, fikirlerin aşırma olduğu. Kendilerine ait olmayan fikirleri sahiplenmişler, yazıp duruyorlar. Karşı çıkanlar ise şanssız kişiler. Diğerleri çabucak taraftar buluyor ve birlikte saldırıyorlar. Diğeri de başka bir yerlerden aşırdığı fikir kırıntılarını, kendisine aitmiş gibi saldırı aracı olarak kullanıyor. Ne garip! Bu insanlar birlikte savaşlara girmişlerdi. Ölüm burunlarının ucundaydı.

Ne olmuş, neler olmuştu da, böylesi düşmanlık gösterilerine çarçabuk yelken açmışlardı?

Kırk – Elli yıl bir insan için uzun bir süre olabilir. Lakin dünya ömründe bu sürenin bir-kaç saniyelik bir oyalamasından gayri ne vardır? Geçen bu uzun gibi görünen sürede, büyüdüler, yaşlandılar, mal, mevki, maddi güç sahibi oldular. İşte, söylenilen fikir çalıntılarının, kendisi sahibi miymiş gibi ortaya sürülmesi ve dostlarına dayatılması bu güçten alınan destekle olmaktadır. Kimin ne kadar mal varlığı varsa, o kadar haklı olduğunu ve bildiğini karşıya dayatmak istiyor. Ne garip! Yazık! Ki, yazık!.

Dün ölüme gittiği arkadaşının halini, göz ardı ederek ve onu unutarak, çalıntı fikirleri dayatmaya kalkmak, ne cür’ettir? Kendine ait bir fikrin varsa, korkma söyle ve sus. Karşının fikirlerini de okuyarak, üzerinde etraflıca düşünerek, yeni fikirler edin ve yeniden fikrini söyle. Sana ezberletilmiş, (kimden olursa olsun, kitaplardan, hacılardan, hocalardan, aile bireylerinden, arkadaşlarından…) lakırdıları üstelik yakın arkadaşına dayatarak, onların omuzlarına basarak ne yapmak istersin, nerelere yükselmek niyetindesin?

İlginçtir, tartışılan ve karşı çıkılan hep (din)i sanılan fikirler üzerinde olmaktadır. Kimi, bir tarikata dahil olmuş, kimi kendini dini kitaplara vermiş, kimi işi ve aşıyla meşgul olup onların edindiği yalan-yanlış fikirlerden azade bir hayat sürmüş. Görünen o ki, arkadaşlarımızın tamamı mutlu bir ömrü idrak etmişler. Dindarlar, içlerinde aşırı gidenler ve düşmanlık çemberini, Atatürk, Cumhuriyet, laiklik gibi değerlere kadar uzatabiliyorlar. Ve bunların tamamı, günün yönetilme tarzına da uygun olarak, kendilerini yukarılara pazarlamak isteğinden başka bir şey olamaz.

Anlattığım grupta, Atatürk düşmanlığının ne işi vardır? Bırakın bu sakat düşünceleri, zaten bu fikirleri savunan milyonların mevcut olduğunu biliyoruz. Bırakın onlara bu alanı. Değerler, değerler sistemi içinde yerli yerinde görevlerini yapmışlar, işlerini başarı ile bitirmişler ve gelecek için gençleri görev başına dikmişlerdir. Gençleri!

23 Nisan önemlidir!. 19 Mayıs önemlidir!. 29 Ekim önemlidir!.

Meclisin açılış günü çocuklara bayram olarak hediye edilmiştir, neden? Çocukluk safiyeti ile kimsenin, hiçbir grubun malvarlığına, kimliğine, tarafına, siyasi düşüncesine bakılmadan kanunlar çıkarılsın diye..

19 Mayıs gençlere hasredilmiştir, neden?

“Rabbimi genç bir delikanlı sûretinde gördüm!”... Hadisi şerifinin sırrına ermek gerek. Genç, daima gençtir ve akıllı, düşünce üreten, kültürlü, iş-güç sahibi, varlıklı, hikmet peşinde koşan, boş zaman kavramı olmayan, her anı fikretmekle geçen, elinde bir taş binanın neresine koyabilirim diye düşünen, feraset sahibi, yardımsever, yakınları, arkadaşları ve toplumun diğerleri gibi olarak, onlar gibi yaşamayı tercih eden her kimse genç odur!

Ve siz olsaydınız, emaneti kime bırakırdınız?

Ve Cumhuriyet; “Fazilettir” kelamı neyi anlatmakta? Niçin karşı duruyorsunuz?

Bir olmak, beraber olmak nedir, nasıl sağlanır?

Sözde bir idealin peşinden gittiğini sananlar nasıl bir olabilirler?

Bir olmak nedir bilir misin?

Bir kazan çorbadan, kaşıklarıyla alarak yiyen Onlarca kişinin duyumsadığı aynı lezzettir bir olmak…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...