Uzun yıllardır göremediğim,
arkadaşlarımızı bir telefon iletişim ve haberleşme ağı vasıtasıyla bir araya
getirdiler. İyi bir hizmetti. Sağ olsunlar. Eski resimler, yeni resimlerle
yayınlanınca, artık yaşlandığımızın da farkına vardık. Eskimişiz kendimize
yaşlılar içinde yer aramakta fayda var!
Yıllar, ne de çabuk geçmiş.
Tipler değişmiş, yüzlere
yorgunluğun çizgileri yerleşmiş.
O yıllar ne güzeldi!
Bir bakışla ya da bir
kelimeyle kimin ne demek istediği anlaşılır, ne gerekirse yapılmaya
çalışılırdı. Çünkü yapılabilecekler o kadar sınırlıydı ki! Okula gidilir, bir
sınıfta toplanılır, ısınmayan sınıflarda, paltolara sarılarak, birbirine yakın
durarak, günü bitirmeye çalışılır, fırsat bulunduğunda ders dinlemeye gidilir,
akşam olur, şehre dönülür. Bu kadarla sınırlıydı yapılabilecekler.
Kavganın, gürültünün
olmadığı nadir aralarda, Cemil Meriç’ten bir paragraf okunur, anlaşılmaya
çalışılırdı. Bazen bir dörtlük mırıldanırdı edebiyatçılar, bazen bir türkü
tutturdu Erzurumlu, Kahramanmaraşlı bir dost…
Ne güzel günlermiş…
Fırsat bulundu ya,
haberleşme grubunda birbirine benzemeyen milyonlarca ileti gönderiliyor. Tek ortak
noktaları, fikirlerin aşırma olduğu. Kendilerine ait olmayan fikirleri
sahiplenmişler, yazıp duruyorlar. Karşı çıkanlar ise şanssız kişiler. Diğerleri
çabucak taraftar buluyor ve birlikte saldırıyorlar. Diğeri de başka bir
yerlerden aşırdığı fikir kırıntılarını, kendisine aitmiş gibi saldırı aracı
olarak kullanıyor. Ne garip! Bu insanlar birlikte savaşlara girmişlerdi. Ölüm burunlarının
ucundaydı.
Ne olmuş, neler olmuştu da,
böylesi düşmanlık gösterilerine çarçabuk yelken açmışlardı?
Kırk – Elli yıl bir insan
için uzun bir süre olabilir. Lakin dünya ömründe bu sürenin bir-kaç saniyelik
bir oyalamasından gayri ne vardır? Geçen bu uzun gibi görünen sürede,
büyüdüler, yaşlandılar, mal, mevki, maddi güç sahibi oldular. İşte, söylenilen
fikir çalıntılarının, kendisi sahibi miymiş gibi ortaya sürülmesi ve dostlarına
dayatılması bu güçten alınan destekle olmaktadır. Kimin ne kadar mal varlığı
varsa, o kadar haklı olduğunu ve bildiğini karşıya dayatmak istiyor. Ne garip! Yazık!
Ki, yazık!.
Dün ölüme gittiği
arkadaşının halini, göz ardı ederek ve onu unutarak, çalıntı fikirleri
dayatmaya kalkmak, ne cür’ettir? Kendine ait bir fikrin varsa, korkma söyle ve
sus. Karşının fikirlerini de okuyarak, üzerinde etraflıca düşünerek, yeni
fikirler edin ve yeniden fikrini söyle. Sana ezberletilmiş, (kimden olursa
olsun, kitaplardan, hacılardan, hocalardan, aile bireylerinden, arkadaşlarından…)
lakırdıları üstelik yakın arkadaşına dayatarak, onların omuzlarına basarak ne
yapmak istersin, nerelere yükselmek niyetindesin?
İlginçtir, tartışılan ve
karşı çıkılan hep (din)i sanılan fikirler üzerinde olmaktadır. Kimi, bir tarikata
dahil olmuş, kimi kendini dini kitaplara vermiş, kimi işi ve aşıyla meşgul olup
onların edindiği yalan-yanlış fikirlerden azade bir hayat sürmüş. Görünen o ki,
arkadaşlarımızın tamamı mutlu bir ömrü idrak etmişler. Dindarlar, içlerinde
aşırı gidenler ve düşmanlık çemberini, Atatürk, Cumhuriyet, laiklik gibi
değerlere kadar uzatabiliyorlar. Ve bunların tamamı, günün yönetilme tarzına da
uygun olarak, kendilerini yukarılara pazarlamak isteğinden başka bir şey
olamaz.
Anlattığım grupta, Atatürk düşmanlığının
ne işi vardır? Bırakın bu sakat düşünceleri, zaten bu fikirleri savunan
milyonların mevcut olduğunu biliyoruz. Bırakın onlara bu alanı. Değerler,
değerler sistemi içinde yerli yerinde görevlerini yapmışlar, işlerini başarı
ile bitirmişler ve gelecek için gençleri görev başına dikmişlerdir. Gençleri!
23 Nisan önemlidir!. 19
Mayıs önemlidir!. 29 Ekim önemlidir!.
Meclisin açılış günü
çocuklara bayram olarak hediye edilmiştir, neden? Çocukluk safiyeti ile
kimsenin, hiçbir grubun malvarlığına, kimliğine, tarafına, siyasi düşüncesine
bakılmadan kanunlar çıkarılsın diye..
19 Mayıs gençlere
hasredilmiştir, neden?
“Rabbimi genç bir delikanlı sûretinde gördüm!”...
Hadisi şerifinin sırrına ermek gerek. Genç, daima gençtir ve akıllı, düşünce üreten,
kültürlü, iş-güç sahibi, varlıklı, hikmet peşinde koşan, boş zaman kavramı
olmayan, her anı fikretmekle geçen, elinde bir taş binanın neresine koyabilirim
diye düşünen, feraset sahibi, yardımsever, yakınları, arkadaşları ve toplumun
diğerleri gibi olarak, onlar gibi yaşamayı tercih eden her kimse genç odur!
Ve siz olsaydınız, emaneti
kime bırakırdınız?
Ve Cumhuriyet; “Fazilettir”
kelamı neyi anlatmakta? Niçin karşı duruyorsunuz?
Bir olmak, beraber olmak
nedir, nasıl sağlanır?
Sözde bir idealin peşinden
gittiğini sananlar nasıl bir olabilirler?
Bir olmak nedir bilir
misin?
Bir kazan çorbadan,
kaşıklarıyla alarak yiyen Onlarca kişinin duyumsadığı aynı lezzettir bir olmak…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder