Bakmayın Başbakan’ın Sünni
– Şii arasını yumuşatmak üzere gittiği İran ziyaretine. Muhafazakâr yandaş
yorumcular ve yazarlarda derin bir İran (Şii) düşmanlığı gözle görülür
boyutlarda. İki laflarının arasına bir Şii – Sünni karşıtlığını
sıkıştırıyorlar. Sünni, olmayanların Müslüman dünyanın şeytanı olduğunu
söyleyebilenler bile var. İran, ABD ve Rusya arasında gelişen (elbette
milli menfaatlerine dayanan) dostluktan bile, düşmanlık
üretenler, nasıl olacak da Ortadoğu Coğrafyasına barış sunabilecekler?
Şimdi, ziyaret haber ve
yorumlarını İran, Rusya ve ABD basınından izlemeli. Bizimkilerin ne yazacakları
günler evvelinden belli. Büyük başarı, dış politikada stratejik derin gelişme
filan. Hafızalar arızalanınca, diğer insanların hafızalarında da arızalar var
kabul edilerek yorumlar yapılacak, hep olduğu gibi. Bir kendileri her şeyi
bilen ve yorumlayan sınıfında kabul edilerek yapılacak yorumlar. Bizler
bilgisiz, düşünemeyen cahiller olarak kabul edileceğiz (bu
düşünceler söylenilmiştir!).
Kışkırtılan mezhep
kavgalarının sebebi ne ola? Kim kışkırtıyor? Ne diye barış istemek varken, Şii
düşmanlığı pik yaptırılır? Durup dururken, İran düşmanlığı bize ne
kazandıracak? Kaldı ki, aramızdaki dostluk, ufak-tefek arızalara rağmen
yüzyıllar boyu sürmüş. İki ülke menfaatleri çatıştığı vakitlerde ortaya çıkan
anlaşmazlıklar, kısa bir süre içinde halledilmiş.
Biz, en kolay İran ile
anlaşırız.
80 öncesinin, ‘Yeşil Kuşak’
projesinde İran, Pakistan ve Türkiye hedef ülke idi. Her üçünde de ABD güdümlü
askeri darbelerle inşa edilen, muhafazakârlaştırılan toplum yapılarını
görüyoruz. Ne gariptir ki, aynı merkezden idare edilen muhafazakârlaşma süreci,
her üç ülkede de ayrı ayrı sonuçlara vardırıldı. Türkiye’de, araya sıkıştırılan
bir post modern darbe teşebbüsü ile istenilen raydan çıkan ülke yeniden ABD
hedeflerine kilitlendirildi. Nihayetinde 2002 yılında erken yaptırılan genel
seçimlerle, istedikleri nizamı rahatlıkla kurabilecekleri bir iktidarı tesis
ettiler. Üstelik Ortadoğu’da (İslam ülkelerinde)
yapmak istedikleri projenin başına birisi Türkiye’den olmak üzere iki Müslüman
ülkenin başkanlarını tayin ettiler. Adına da BOP dediler. Açık açık şöyle
söylemişlerdi: “22
İslam ülkesinin sınırları değişecek!.” İşte bizim
Başbakanımız böyle bir projede eş başkanlık üstlendi(rildi).
Şimdi, diyorlar ki, “BOP
diye bir şey yoktur. Varsa da sona ermiştir. (Hükümete) muhalif olan kanatlar,
olagelen hadiseleri gereği gibi okuyamadıklarından, BOP kavramına takılıp
kaldılar ve daima oradan dem vuruyorlar”. Niye bitmiş (gibi)
gözükmektedir? Çünkü “Ortadoğu
politikasında artık ben de varım” dedi, Rusya ve İran.
Dolayısıyla, eskisi gibi rahatlıkla at oynatamadılar BOP’çular. Bula bula, BOP
yoktur iddiasını buldular. Şimdi karşımıza BOP diye bir şey yoktur diyerek
savunuyorlar. Oysa, problemin tespiti karmaşanın başlangıcından itibaren
yapılmaz ise, varılacak çözüm güdük kalır. Olayların başlangıcı ve yıllarca
yapılan, Alevi, Şii düşmanlığının vardığı sonuç, parçalanmış Irak, parçalanacak
Suriye, yok edilmiş bir Libya’dır. Sormayacak mıyız bunları? Nasıl başladı,
nasıl başarıldı diye? ‘Kandırıldık’
savunmasıyla geçiştirilebilecek cinsten hatalar değil bunlar!.
İçinde yaşadığımız
günlerdeki dış politikamızdaki savrulmaların esas sebebini, vaktiyle uygulanan
BOP politikalarında arayalım. Darbeciler başarısız olurlarsa cezalandırılırlar
genel prensibi içinde olan da budur. Kayaya toslayan başarısız BOP
politikaları, içeride uygulanan politikaları da alt üst ettiğinden, özellikle
dış politik çevrede daralmalar meydana gelmiştir. Azalan desteklerin telafisi
için ise, düşmanlık gösterilerini pek sık yaptıkları İsrail kurtarıcı olarak
seçilmişse de, Büyük İsrail Projesinin önemli bir parçası olan ‘Bağımsız Kürdistan’
talebini açıkça yetkili ağızlardan yaptıklarından, bizimkiler açık bir
beraberlik kuramamaktadırlar. Ancak, dostluğun ilerlemesi için elden gelen ne
ise yapılmaktadır. Güney Amerika ve Batı Afrika ziyaretleri de bunlara
eklenebilir.
Dönelim İran’a;
Yıllardır politik hiçbir
ilişkimizin olmadığı bu ülkeye Başbakan gönderildi. Yapılan görüşmelerin içeriği
incelendiğinde ıvır-zıvır tanımlaması dışında dişe dokunur bir şeyin olmadığı
görülür.
Bizimkiler Osmanlı’ya atıf
yaptıkça, Ortadoğu’da gelişeceklerini sanıyorlar. Oysa, İran ayaklarını, ilme,
fenne ve teknolojiye basmış, sağlam adımlarla yürüyor. Alt yapısını ise
Binlerce yıllık Pers tarihi oluşturuyor. Bizimkilere bakacak olursak, Türk
Tarihinin başlangıcı 2002!.
90 yıl mı, orası zaten
enkazdı sayılmaz. 1071 öncesi mi? Orası zaten dinsizlik sayılmaz. Selçuklu mu?
Onların da yarısı sayılmaz. Kala kala 2002 sonrası kalıyor. Buyurun size tarih.
Yaslanın neresine, nasıl yaslanacaksanız!.
Kışkırtılan mezhep
savaşları, sanmayın ki, bizimkilerin uyguladığı derin bir politikadır. Amatör
oyuncuların, profesyonel kadrolar içinde kaptığı figüranları oynuyor o kadar.
Yalnız, yangına benzin taşımakta üstlerine yok.
Şii düşmanlığı bize bir şey
kazandırmayacağı gibi, içyapıda parçalanmaya sebep olacağından bu
politikalardan derhal vaz geçilmelidir. Onlarcası kurulu bulunan (dinci)
televizyonlarda her gün yapılan Sünni propagandalara ve Alevi-Şii karşıtlığına son
verilmelidir.
Nihayetinde;
Türkiye, İran, Irak ve
Suriye arasında kurulacak antlaşmayla, saldırmazlık ve kültürel, ticari, sınai
işbirliği bütünleşmesi adımları atılmalıdır.
Tarih bir kere daha Hakk’ın
doğrulandığı zamanları yaşamaktadır.
Dönüş zor olsa da, ilk
virajda kesin olarak dönülerek, Hakk’a doğru koşturulmalıdır.
Vesselam!...
Hasan Karaçaylı :
YanıtlaSilÇok başarılı tesbitler, tebrik ederim Üstad..
Her paragraf bir kitap, bir konferans konusu ve siz konuları birer paragrafla ayan beyan ediyorsunuz. Çok güzel de önce bu yazılanları okuyup anlayacak kültürel alt yapıya sahip vatandaşlar gerek. Yani Türk kültürüne, Türk tarihine vakıf, vatandaşlığı vatanseverlikle bütünleştirmiş, mikro milliyetçilikten milli kültüre ulaşmış alpler ve erenlerden müteşekkil bir toplum gerek. Beni en çok üzen ve kızdıran şeylerden biri de yarışmalarda Türk kültürüne ait sorularda çuvallayan, özellikle de ünvanlı, yarışmacılardır. İşte sana Türkiye... Bu yazılanlar toplumu aşağılamak, insanları incitmek değil, sosyal bir gerçektir. Şekspiri bilen bir ingiliz kadar, Atatürk'ü, Fatih'i, Sinan'ı, Barış Manço'yu, Nihal Atsız'ı, Yakup Kadri'yi, Yahya Kemâl'i tanıyan bir Türk toplumu oluştuğu zaman bizim bütün problemlerimiz biter.
Bütün bu karamsar görünen tabloya rağmen "Dönüş zor olsa da, ilk virajda kesin olarak dönülerek, Hakk’a doğru koşturulmalıdır." vesselâm...
Mehmet Kınacı:
YanıtlaSilBen BOP'un bittiğini düşünmüyorum...BOP Suriye'de Irakvari bölünmüşlük üretti...Hem Irak,Hem Suriye fiilen bölündü...Otoritesini yitirdi...Bizde devlet Devlet mahallesinde vuruluyor....Biten yok...İstikrar da yok...Güneydoğumuz her gün şehit yolluyor...Yeni başlıyoruz...Öncekiler komşulardaydı...Şimdi sıra bizde...