23 Ağustos 2014 Cumartesi

Alternatif Hezeyanlar*


Yine geniş toplum kesimleri ve onlar zaviyesinden gelişmeleri değerlendirenler üzerinde duralım.

Hayat villasını, cehaletin tuğlalarıyla örmüşlerden, bu tuğla üzerine yalakalık kireci ile sıva yapanlardan, bu sıvanın üzerine hayalcilik ve yalancılık boyasını vuranlardan nasıl bir bina çıkacağını tartışalım.

Birbirine bilgi (hizmet) aktaran insan grupları içindeki her fert, belli bir dünyanın (âlem) temsilcisi olarak faaliyettedir. Aktarılan bilgi, yaşama tarzının, anlama ve idrak etme ehliyetinin de anlatımıdır bir bakıma. Aynı konu çoğu durumlarda farklı dillerde, farklı kavram ve metinlerle intikal ettirilebilir, bunun bir yanlışlığı yoktur, her birinin almış olduğu eğitim ve yetişme tarzı öğrendiği kelime ve kavramlara intikal etmiş ve kendisini de o kavramlarla ifade etmek tabii bir durumdur.

Genel olarak bir gurubun aktardığı şudur: “bu dünya imtihan sahasıdır. Gelirsin buraya, Allah’ın (ötelerdedir) yap dediklerini yaparsın, yapma dediklerini yapmazsın. Sonra ölüm gelir, bir zaman (ne kadar olduğu belli değil) geçer, İsrafil suru üfürülünce ölüler dirilir ve Allah’ın huzurunda toplanılarak hesaba çekilir, sevap kefesi ağır olanlar cennete, diğerleri cehenneme gider…” bu hemen herkesin bildiği bir anlatımdır.

Buna karşılık mesela Kenan Rıfaî hazretleri de şöyle söylemiştir bir şiirinde:

“Dünya diyerek geçme sakın, burdadır her şey
Mîzân ü sırât’ı mutlaka orda mı sandın?...
Cennet ü dûzah, gamm ü sürür, zulmet ile nûr
Yaptıklarının gölgesi, hâriçte mi sandın?..”

Biri birine zıt iki anlatım, iki ifade. Fakat ikisi de doğru. Nasıl olur, iki ayrı anlatım birbirine zıt, ikisi de doğru? İşte zor olanı budur. Her biri diğerine göre küfürdedir. İkincisi, birincinin halinden anlar ne de olsa o da o mevkilerden gelmiştir. Diğeri anlamaz. İlkokul talebesi de matematikten anlatır, fizik profesörü de. İkisi de diğerine göre yanlıştır. Fakat fizikçi diğerinin halini daha evvelinden yaşadığından, onu anlar ve susar. Mecazlar âlemine dalmadan bu zıtlık ve zorluk çözülemez. Biraz dirsek çürütmek, kalemler bitirmek icap edecektir. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus, cehde soyunmuş her erin, ‘içinde yaşadığı dünyanın’ ve bu dünyada yaşayan kendisinin farkında olmasıdır ya da fark etmeye azmetmiş olması.

Uzaklaşmak en büyük derdimiz, üstelik uzaklığımızın farkında da değiliz. Beynimizi, zihnimizi başkalarının (belki de şeytanın) emrine vermiş, hayal içinde yaşar(mış) gibi yaparken, varımız-yoğumuz yükümüzü yine başkalarının kâr hanesine aktarıveriyoruz, farkına bile varmadan. Ataların anlattığı eksik, zayıf, belki de yanlış bilgilere sarılıp, imanımızın ana kayası olarak kabullerimize aldığımız safsataları, hayatımızın değişmeleri olarak kaydedip, üstelik kendimize kibir vesilesi kıldık. Anlatılan hakikati duymazdan, görmezden gelerek, hurafeleri hakikat yerine ikame ettik. Pislikler yağdı bilemediğimiz, anlayamadığımız, üstlenmediğimiz sebeplerden üstümüze. Silkinemedik, temizlenemedik. Hezeyanlarımız içinde, kibirlerimiz yaşam hanelerimiz oldu. “Ona, kibir taslayarak, geceleri hezeyan yaşıyordunuz” (Mu’minun/67) Kelamın söze indirgenerek, siyaset meydanlarında oy kaygısına meze yapıldığı günlerde, alkışlar eşliğinde, ellerimiz parçalanarak, keyifler içinde yüzer, birisinin yüksek katlara itelenmesinden ne de büyük keyifler alırdık. Kamuya ait, toplumun sahip olduğu değerleri bir gurubun har vurup harman savurmasına seyirci olduk, sadece, bu yağmadan hakkımıza düşen bir çuval kömür uğruna. Şunu anlamadık: kamuya ait bu değerleri, bize sunulan çok az menfaatler karşılığı verirken, tüm o ağırlığı üstlendik. Taşıyamaz olduk, belimiz kırıldı, acaba düzeltebilir miyiz umuduyla, desteklerimizi esirgemedik, artırdık. Bile isteye altına girdiğimiz yük, dosdoğru cehennemimize taşıdığımız odunlardan başkası değildi. “Allah’ın her şeye kadir olduğunu ve her hususta adil olduğunu” ezberlerimizde dilimize doladık, Mevlâna’ca söylemek icap ederse “Bu hezeyanlara, bu küstahlığa cür’et ettik”. (Mesnevi tercümesinden) “Hezeyanlarımız hep zanlarımızdan kaynaklanıyordu”, bilemedik, anlayamadık. Yoksa anlamak mı istemedik, bize hacıların, hocaların, ataların anlattığı sahte, eksik bilgilerle iktifa edip, yalanlarla mı oyalandık?

“Lâ yükellifullâhu nefsen illâ vüs’ahâ” (Allâh kimseyi kapasitesi dışındakinden mükellef tutmaz). (Bakara/286) Özenle, muazzam bir yapı olarak dünyayı şereflendirmiş olması gereken insanlık, yapay olarak, başkalarını (şeytanı) memnun etmek üzere sırtlandığı yüklerinin altında ezilirken, kendine ihanetin de ateşinde yanmaya devam ediyor. Hz. Ali (Krv) şöyle buyurur: “Kendini başkasına kul etme; Allah seni hür yaratmıştır.” (Nehcul Belaga)

Uzaklaşmak en büyük derdimiz demiştik. Allah’ı unutup, zanlarımızda yarattığımız tanrıları rab edinmek, uzaklaşmaktır. Her uzaklaşılan an, günaha bulaşılan, harama dolanılan andır. Haram içindeki hayatta meydana gelenler şunlardır: beyin çalışamaz, fikir stop eder, icat kapıları kapanır, kölelik kutsanır, hürriyetten nefret edilir, dilencilik zirve yapar, işsizlik artar, borç batağına saplanılır, gereksiz harcamalar tavan yapar, fakirler unutulur, yetimler tekmelenir… bir kısır döngüye girilir. Her olumsuzluk, yeni haram yollarını döşer. Batış, çöküş mutlaktır. Tarih bu örneklerle doludur.

Ezbere söylediğimiz bir laf daha vardır. “Tövbe kapısı açıktır”. Evet öyledir. Peki, günaha batık bu ülkede neden tövbe edilmez? Lüzumsuz laflar edilmekten, zırvalara saplanmaktan fırsat bulamıyoruz da ondan. Şeytanın vesveselerini gerçek zevk sanıyoruz da ondan. Düşmanın taarruz bombalarını, çengi biliyoruz da ondan. Emek harcanmadan verilenlerin keyfiyle havalarda uçuyoruz da ondan. Kardeşimizin hıçkırık seslerini oyun havası belleyip, şıkıdım şıkıdım oynuyoruz da ondan…

Adam olma (sağlam bina kurma) yolunda Hz. Ali’den bir cümle ile bitirelim bu sohbetimizi:

“Kim çok söz söylerse hezeyan eder; kim düşünürse basirete erer. Hayırlılarla eş-dost ol, onlardan biri olmaya bak; şerlilerden çekin, onlardan ırak ol. Ne kötüdür haram şey yemek; zulmün en kötüsüyse zayıfa zulmetmek.” (Nehcul Belaga)


*(NOT: Hezeyan suçlamasını kendimiz için söylediğimizi herhalde fark etmişsinizdir.)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...