“Irkçılık’la,
“Milliyetçilik”in karıştırıldığını pek çok akademisyen sıfatlı koca ağızlardan
duyduğumuzdan biliriz. Lakin bu kavramları en çok karıştıranların dinciler
olduğunu yazık ki, ıskalarız. İşlerine öyle geldiği için, hazır lop bilgi
kırıntılarını hayâsızca söylemek onlar için zor değildir. Ne de olsa, karşı
oldukları milli birikim, milli devlet, milli örf-adet ve alışkanlıklardır.
Onların, ‘Türk olmasın da ne olursa olsun’ diye düşündüklerinde,
‘sen kimsin’ sorusuna nasıl cevap verdiklerini hep
biliriz. Beslendikleri kaynakları, Türk’ü tarihten silmeye çalışan İngiliz
palavralarıdır çünkü. Türk silinirse, dünya hegomanyası rahat kurulur. Bu
sebeple Türk’ü yok etmek elzemdir. Türk’ü yıkabilmenin yolu, içeriden edinilmiş,
cahil bırakılmış, düşünebilme yetisi elinden alınmış, ucuz yoldan
diplomalandırılmış, ne istenirse onu söyleyecek, söyledikçe makamı yükselen,
parası, malı artan küçük beyinliler kitlesi…
Gelecek olan, bizim için
küçük ve değersiz, onlar için önemli ve çok değerli hediyelerin hayalleri,
kolayca yalan söylemeye sevk eder. Hiç inanmadıkları ve hatta kuvvetli
olduklarını hissettikleri zamanlarda düşmanca tavırları sergilemekten
çekinmedikleri, Türk düşmanlığını, gün olur rahatça unutup, tam da milliyetçi
ve millî güçlerin benimsedikleri kelime ve kavramları rahatça
kullanabilmektedirler. Onlardan birisi, ‘Kurtuluş Savaşı filan
olmamıştır’ dediğinde, susanlar, gün olur, ‘biz
istiklal ruhunu taşıyoruz’ diyebilmektedirler. Yine, çok çeşitli
zamanlarda Atatürk aleyhine konuşma yaptıkları zamanlarda seslerini
çıkarmayanlar, birilerini avlama yolunda ilerlerken çok rahat bir şekilde, ‘Atatürk’ün
emanet ettiği’ hedeflerden bahsedebilmektedirler.
Çelişki dolu hayatlarında,
huzuru bulabilmeleri neredeyse imkânsıza yakın bir ihtimaldir.
Zira daima düşündükleri,
Türk’ü alt etmektir. Tüm benlikleriyle bu hedefe kilitlenmişlerdir. Gün olur, ‘ulus
Devletlerin sonuna gelindiğini’ söylemekten çekinmezler,
gün olur, ‘Devletimiz üzerinde ameliyat yaptırmam’ nutuklarını
rahatça atabilirler. Gün gelir ’36 etnisiteyi pervasızca sıralarlar’,
gün gelir ‘federasyonun da bir yönetim şekli olduğunu’
söylerler, bunları söyleyenler kendileri değilmiş gibi, ‘tek
bayrak, tek devlet’ nutukları atmaktan da çekinmezler. Zamanını
ve sırasını yakaladıklarında ‘BOP eş-başkanlığı’
ile övünürler, bu sözlerin devri geride kaldığında ise ‘milli
ve yerli’ söylemleri unutkan millete haykırırlar. Bütün sözleri
ve davranışları, karşıyı kandırmaya yöneliktir. Ağızlarından çıkan iyi
hasletlerin hiç birisine sahip olmadıkları halde, rahatça yalan
söyleyebildiklerinden, samimi, işinde gücünde, geçim telaşında boğulmuş saf ve
temiz Müslümanları çok kolay kandırabilmektedirler.
Aslında, kendileri de çok
kereler kandırılmışlardır. Kandırmaya odaklandıklarından, etraflarındaki
kandırıcıları göremez olmuşlardır. Ne zaman ki, dirgenin sivri tarağı
kendilerini bulmuştur, güya kandırılma faslından uyanmışlardır. Yine rahatça
‘kandırıldıklarını’ söylemekten hiçbir hicap duymamışlardır. Kandırılıyorsan
eğer ne işin var devletin üst makamlarında laflarını kulak ardı etmişlerdir.
İşlerine gelmeyen lafları duymamakta çok mahirdirler. Bütün dost oldukları
onları rahatça kandırmışlardır. En başta da, stratejik ortakları…
‘Öz’ü kavrayamadıklarından,
‘Kabukla’ idare etmektedirler.
Öz ve kabuk.
Sulandırılmış bir ahlak
anlayışı, görünüş itibariyle insana değer verme, ahlaki kişiliğin
zımparalanması. Kendi görüşündekileri, kendine yakın olanları, kendisini
alkışlayanları el üstünde tutmak ve diğerlerini dışlamak. İşte bunları sözde
başarıya götüren en önemli davranış şekli. Bütün başarılarının altında,
hoyratça kullanılan hazine varlığı söz konusudur. Devlet aleyhine borç yazar,
istediğiniz harcamayı yapabilirsiniz. Hazineyi kefil yapar, istediğiniz kadar
yatırım adı altında lüzumsuz harcamaları yapabilirsiniz. Bir kere bile ahlakı
öteleyebilirseniz, gerisi kolayca gelir.
Görgüsüzlük başa beladır.
Bilmez, konuşturur, görmez tarif ettirir, duymaz işittiğini bildirir. Üstündeki
eğri elbiseyi, yalap şalap bir ütü ile dünya harikası olarak takdim eder. Ve
daima teksif olduğu nokta, dünyalık kazanımı içindir. Bir gün oy avcılığı, bir
gün şahsi hazinesini doldurmak, bir gün sayısız malikâneye sahip olma, bir gün
evlatlarına artık sayısını bile unuttuğu gemicikler alınması çalışmalarıdır.
Ara-sıra dava filan dese
de, onun davası insanların omuzuna basarak, yükselmek, yükselmek ve
yükselmektir.
O yükseldikçe, ihtişamı
seyredenler de yanında durarak, yükseldiklerini sanırlar. Omuzlarındaki
rahatsız edici sızının farkına varmadan. Yükseleni seyir, bulunmaz bir uhrevi
zevktir onlar için. Omuzlarındaki sızı ise, yükselenin ağırlığındandır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder