Umutsuzluk yaşamaya,
aleyhte düşünmeye, kötü muhalefet dalgası geçmeye, acemi şoför gibi yalpalamaya
gerek yok. Bir dağa çıkarsanız, terler ve yorulursunuz. Dizlerinizin bağı
çözülür zaman zaman. Kendinizi taşıyamaz hale gelirsiniz. Önemli olan zirveye ulaşmaktır.
Yanınızda bulananlarla birlikte, zirvenin keyfini yaşamaktır. Sırası gelir
etrafınıza baktığınız da olur ve kimseleri göremeyebilirsiniz, olabilir bir
durumdur bu, önemsemeyin. Zirveyi özleyenler size yetişecektir. Korkup geri
dönenlerle zaten işiniz olamaz. Kim bilir o terk edenler belki de ‘hayatınızdaki fazlalıklardı’.
Çöp deposu gibi tıkıştırdığımız fazlalıklar ve de gereksizler.
Niye seçici olamıyoruz? “Onda var da ben de niye yok”
kıskançlığından öteye neden geçemiyoruz? İhtiyaç var mı? Sorusunu bir kere bile
sormadan sahip olmak için belki de binlerce borca katlanıyoruz. Sahip
olunduktan sonra da belki de hiç mi hiç kullanmıyoruz. Lüzumsuzluk ve fazlalık
işte.
Bilgi de böyledir. Ne varsa
çuvalda hepsini yüklenmiş götürüyoruz. Amaç belli değil. Hedef yok. Araçlar flu.
Zayıf inanca nazire demek yanlış olmaz. Hayatın fazlalıkları, ziyadesiyle
beyine yüklenmiş vaziyette. Tek idarecimiz, tek sorumluluk alanımız olan beyin.
Dolaplardaki eskimiş bez
parçalarını alıp atmak kolay, işe yaramaz ve kullanmadığımız eşyayı çöpe
göndermek basit, lakin beyine yerleşen ve hiçbir işe yaramayan mefruşatı
çıkartıp atmak o kadar kolay olmasa gerek. Biriktirmek için yıllarını, ömrünü
ver, zaman harca, maddi imkânlarını öğrenmeye seferber et ve bir gün anlamsız
olduğunu anla, ne büyük hayal kırıklığı, ne büyük umutsuzluk kaynağı! Olsun,
işe anlamakla başlanır. Başlanır ama hangilerinin lazım, hangilerinin işe
yaramaz olduğunu ayırt edebilme nasıl olacaktır? Temizliğe nereden ve
hangilerinden başlanılacaktır? İşin zoru burası.
Yanlışa nasıl düşmüştük
hatırlıyor musunuz? Daha çok bilgi, daha ayrıntılı anlatabilme kabiliyeti, çok
farklı alanlarda laf edebilme yetisinin bizi üst makamlara taşıyacağına ikna
edilmiştik. Hırs ve kıskançlık önemli bir etkendi. Bu toplumsal bir kabuldü.
Dolayısıyla biz de o eksen üzerinde eğitildik. Patlıcan alırken gözlerle,
yetmez ellerle seçerek fileye incitmeden bırakıyoruz. Ya malumatı? Eğrisi ile
doğrusu ile karışık bir vaziyette beyin çuvalını dolduruyoruz, önümüze ne
geldiyse. Sistemin hatasına verip, sorumluluktan kurtulamayız. Sistem hatalı
ise, hiç olmazsa kendi çabalarımızla, hatadan çıkmanın yollarının aranması ve
mutlak bulunması zorunluluktu. Eğitim diye, önyargılar doldurduk, korkular
biriktirdik, eskimiş malumatı sahiplendik, lüzumsuz ve fazladan bilgilerle
aynılaştık, öyle bir vaziyete geldik ki, o malumat tüm hayatımızı doldurmuş ve
biz o olmuşuz.
Madem zirveye çıkmaya
niyetlendik. İşe temizlikle başlamalıyız. Tıpkı dağcıların heybesindeki
eşyaların en hafifinden seçtikleri gibi, ağırlıklardan kurtulmalıyız, aslında
bize ait olmayan ağırlıklardan.
Günümüz hastalığı olarak
obezite anlatılıyor. Henüz ülkemizde çok yaygın değil. Özellikle ABD ve AB
ülkelerinde sık görülen şişmanlamış insanlar için, yeni alışkanlıklar, yeni
üretim tipleri geliştirilmek zorunda kalınıyor. Düz yolda yürürken bile ne
kadar da zorlanıyorlar. Boyunlarını çevirmek, geriye dönmek ne kadar zor. Bir
de şöyle düşünelim: acaba, dünya üzerindeki hareketleri bu derece zorlaşan bu
insanların beyinsel faaliyetleri de dünyaya paralel olarak yavaşlıyor mu, hatta
duruyor mu?
Mesela, İstanbul şehrini ele
alalım. Kısa sürede (20-30 yıl diyebiliriz) ne
kadar şişti, kaldırımlarında insanların hareketi ne kadar yavaşladı. Asık
suratlı insanlar oradan, buraya koşuşturuyorlar anlamsız. Sağlıksız büyüme ve
nüfus artışı, yağları durmaksızın artan obeze ne kadar benziyor. Kaldırımlarında,
yollarında hareket yavaşlaması da normal olacaktır. Bu sıkışıklıkta, peşkeş
çekilen hazine arazileri, belediye kaynakları, devlet gücünün, insan emeğinin
boşa harcanması, verimsiz çabalar… Çabalar, genel çıkardan ziyade özel
çıkarlara yönelen ve sonu yolsuzluklara bulaşan acelecilikler… dolayısıyla
Hakk’ı tanımama, karşıya saygının yitirilmesi, büyüğün unutulması, küçüğün
görülmemesi, varlığın Türk varlığına armağan edilmesinin küçümsenmesi,
zorluklar, karışıklıklar ve unutulanlar….
Hep fazlalıklarımızdandır.
Sıhhat hafiflikte, incelikte. Pehlivan yapısındaki incelik önemlidir. Göbekli
asker bırakın cephe savaşını, kurmaylık geliştirmelerini bile yapamaz. Çünkü ne
yiyeceğinin derdindedir.
Birde siyasi obezlik vaziyetinden
söz edilebilir. Hiçte hak etmediği halde, hayallerinin ötesinde oy alarak
iktidarı dolduran kuvvetlerin, bu şişkinliği taşıyamaması ve yoldan çıkması
tehlikesi vardır ki, bu tiplerin kendi kendini tüketmesi ve bitirmesi neredeyse
kaçınılmazdır. Çünkü obeziteyi taşımak zordur. Yüksek oy oranı, esnekliği
kaybettirecek ve stabilleştirecektir. Bu durumda çöküş kaçınılmazdır.
Özetle, fazlalıklardan
kurtulmak başarının ilk ve tek şartıdır.
Mademki, hedefte dağı
tırmanmak var, yapılması istenenlerin zamanında ve eksiz yerine getirilmesi,
söz dinlenilmesi gerekliliktir.
Ve işe, bir rehber bulmakla
başlamak en iyisi.
Doğruyu Allah bilir.
Ömer Sağlam :
YanıtlaSilEvet, şişmanlar daha da şişmanlasın diye öncelikle zayıfların ortadan kaldırılması gerekir. Hem de birberlirinin eliyle...
Ayhan Eralp :
YanıtlaSilNecip Fazıl Beyin sevdiğim bir sözü vardır: "İçinde bulunduğumuz içtimai şartlarda gözü uyku vücudu et tutan iyi ve temiz bir Türk değildir!".