8 Ocak 2011 Cumartesi

Kısa...Kısa...

İşte budur dedim. Değerli Profesör Metin Boşnak ; ”Küresel Tapınak,Yerel Rahipler ve Hipnoz başlıklı yazısında;

“Globalizmin tapınaklarında her şey satılıktır.
Tapınakların kendisi de!
Parayla alınan her şeyin yanına bir bedava tanrı…”

Devamını okuyamadım yazının. Zaten gerekte yoktu. Küreselleşme müritlerini açığa veren, onları tam anlamıyla anlatan bu sözlerden başka cümlelere gerek yoktu. Sat. Sat. Sattım. Yanına bir adet tanrı. Promosyon olarak bedava.

***

Yine Metin Boşnak “Mehdi’yi Beklerken” isimli yazısında;

“sisli zamanlarda belirir silüeti.
Sıkıntı zamanlarının alametleridir Mehdi beklentileri.
Sıkıntıları Tanrıyı çözdürmek çabası.
Bu arada Tanrı’nın gücünün Mehdilere aktarma eğilimleri.”

İnternette gezinirken Şeyh Kıbrısî nam zatın adına faaliyet gösteren bir site ile karşılaştım. Sitedeki videolardan Şeyh Ahmet Yasin isimli bir kişinin ‘vaaz mıdır, hutbe midir, konferans mıdır?’ bir konuşmasına takıldım. Adı geçen kişi; “Şerif”, “Seyyid” olduğunu da söyleyerek.

 “2024 - 2026 yıllarında mehdi’nin geleceğini, kendisinin gördüğünü, bildiğini, tanıştığını, onun askeri olacaklarını, Mehdi -İsa- aleyhisselamın arkasında namaz kılacaklarını, onunla birlikte aynı sofrada oturacaklarını filan anlatıyordu.” Dinleyicileri göz yaşları içinde…

Tanrı pazarlamasının başka biçimi. Vicdansızlığın bu kadarı da görülmemişti. Allah korkusu yok, utanmak yok… Sahibine havale ediyorum.

***
“Ekranda okuduğumda tüylerim diken diken oldu, “Haşa” dedim, Kelime-i Şahadet getirip iman tazeledim.”

Ne zaman söylüyor yazar bu sözleri;

“TRT’de bir program adı: “Futbol her şeydir”.

Cümlesini okuduğu zaman. Mecidiyeköy Stadyumunda da okumuş aynı cümleyi.

“Bir İslam ülkesinde böyle bir slogan mı olur?
“Allah ne der? Diye sormaz mı insan?”
“Ak Partinin “Her şey Türkiye için” sloganını da tehlikeli buluyorum, onu da Müslüman’a yakıştıramıyorum, ona da “Haşa” diyorum.”

Peki niye böyle söylüyor yazar?

“Türkiye canımızıdr, ama canımızın üstünde de değerler var.
Allahu ekber.
La havle ve la kuvvete illa billahi'l aliyyi'l azîm.”

“Her şey” sözünü, mukayese ediyor yazar. Kim ile mukayese ediyor. Allah ile. TDK internet sitesinde “şey” kelimesinin karşısında  “Madde, eşya, söz, olay, iş durum vb.nin yerine kullanılan, belirsiz anlamda bir sözşeklinde açıklama var. Sanırım Yeni Şafak yazarı Hakan Albayrak sözlüğe bakma zahmetine katlanmamış. “İman tazelemesi” iyi bir alışkanlık. Tavsiyemiz, beğenmediği cümlelerle karşılaşınca yaptığı iman tazeleme işini itiyat haline getirmesi ve biteviye yapmasıdır.

Münezzehiyeti tertemizdir. Hiç bir “şey”in gücü kirletmeye yetmez olduğu bilinmelidir.

***

“Özgür olsaydım yazar olmazdım” diyor. Aktivist Hilal Kaplan 21.11.2010 tarihli Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan röportajında.

Aynı gazetenin yazarı Prof. Hayrettin Karaman Hoca 19.11.2010 tarihli yazısında ise; insan bu hedefi gerçekleştirebilmesi için hür olması ve elinde bazı imkânların bulunması gerekir. İşte İslam’da insan hak ve hürriyetleri, bu hedef göz önünde tutularak verilmiş, hürriyetin sınırları da buna göre çizilmiştir.” Demektedir.

Kaplan ise, özgür olmadığı için yazar olduğunu söyleyebilmektedir. Ne kadar acı, ne kadar esef verici bir durum. Hem özgür değil, hem yazar! nasıl oluyor bu?

Esasen Kaplan, bir şifreyi açık ediyor. Esir yaşadılar, esaret altında büyüdüler, çocukluk çağlarından itibaren lüzumsuz bilgi ve korkularla beyinleri daraltıldı. Düşünme yetileri ellerinden alındı. Gerçekten esirler. Gerçekten özgür değiller. Aferin Kaplan’a. Doğruyu söylüyor.



***
İslam tarihi araştırmacısı Prof.Dr. İhsan Süreyya Sırma’nın bir yazısını okudum. 9 Ocak tarihli Yenişafak gazetesinde. Vaktiyle birlikte çalıştıkları İbrahim isimli arkadaşı terki dünya eylemişti. Çalışmalarından, ortaklıklarından, hatıralarından filan bahsettikten sonra arkadaşının ölümüne sözü getirir. Sonra da Gaziantep Mezarlığına defnedilecek olan arkadaşını; “son yolculuğuna uğurlamak için” Gaziantep’e gider. Arkadaşının “cenaze namazını kılınca, ölümün bize ne kadar yakın olduğunu, fakat buna rağmen ne derecede gafil olduğumuzu bir daha hissettim.”  Der. “onu mezara koyup üzerine toprağı atınca, o anlatılmaz duyguyla gidip geliyordu ellerim. Sevdiklerimin üzerine taş-toprak atıyor, üstelik bu taş-toprağı düzeltmeye çalışıyordum. Aynı duyguyu başta rahmetli babam olduğu halde, Dâr-ı Bekâ’ya intikal etmiş olan bütün sevdiklerimi toprağa teslim edip o “meçhul alem”e gönderince de hissetmişimdir.”  Sayın hoca yazısını her canlının ölümü tadacağını bildiren ayet ile sonlandırıyordu.

Bir ilahiyat Profesörünün değil de, bendeniz gibi sıradan bir kişinin edeceği sözler bunlar. Sevdiklerinin üzerine toprak atmak, sevdiklerini, arkadaşlarını gömmek… ne cahilane laflar bunlar. Ücra bir köyde imamlık yapan zavallı bir kişinin sözlerine benziyor. Zaten böyle olsaydı biz de bu yazıyı yazmazdık.

Yazık ki, ilahiyat profesörü. Besbelli ki, talebelerine de böylece öğretiyorlar.

Şöyle diyelim. Hocam, hocam… Gaziantep Mezarlığına gömdüğün arkadaşın değildi. Mezara gömdüklerin sevdiklerin, baban, arkadaşın değildi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...