I
Aylar
var, iki satır yazıyı bir araya getiremiyorum. Çalışmak zor geliyordu. İçimden
gelmiyor, her açtığım boş sayfa yüzüme bakıyordu, gülerek, alay ederek..
Olmadı,
olmuyordu işte. Başka işlere baktık bizde. Başka iş dedimse, boş, bomboş zaman
öldürücü, boşa geçen, ömürden giden zaman.
Olsun.
Bununda
tecrübe edilmesi gerekirmiş demek.
Yazıyı
bırakışımız, siyasi tercihlerdeki değişimlerden kaynaklanıyordu. Hazmı zor
değişimler. Yalnızca olacakları seyretme moduna takıldım bir süre. Nitekim tercihini
değiştirenler, siyasal olarak kazançlı çıktılar. Dünyayı, dünyalarını
kazandılar. Her kazancın bir tarafında zararlar da söz konusudur. Bunu zaman
gösterecek. Bu konuda haklı olmayı hiç istemem. Çünkü değişim tarihinden itibaren
beynime hücum eden muhtemel o zararlar, ileride telafisi imkânsız sonuçlar
doğurabilir.
II
(Göz
Kelebeği) denen bir parazit, balıkla beslenen kuşların sindirim organlarında
gelişimini tamamlayarak yumurtalarını kuşun dışkısına yapıyormuş. Yumurta dönemini
dışkı üzerinde geçirdikten sonra bir salyangozun vücuduna girerek, larva
dönemini tamamlayıp, yaşamının diğer bölümünü geçirmek üzere bir balığın
derisinden girerek, göz tabakasına kadar ilerliyormuş. Başlangıçta, balık için
görme, tehlikeleri atlatma konusunda bu parazit yardımcı olsa da, neslinin
devam ettirebilmek için, yeniden bir kuşun sindirim organlarına ihtiyaç
duyduğundan, gözüne yerleştiği balığın bir kuş tarafından yenilmesi için ne
lazımsa yapıyormuş. Kuşa avlanan balık, sindiriliyorken de bu parazit yeniden
yumurtlama evresine geçerek neslini sürdürüyormuş.
III
Hikmetinden
sual olunmaz.
Biz
hala ‘seyir’ halindeyiz.
IV
Bırakın şu “Çocuk bayramı”
geyiğini… Çocuklara hasredilmiş bir bayram günü olabilir. Evet. Ve, fakat biz
böyle mi anlamalıyız? Acaba bunun daha derin, daha başka, daha farklı bir
anlamı, daha başka bir yorumu olamaz mı?
“Geyik”
dedik;
“Geyik”, özellikle günümüz gençliğinin
diline pelesenk olmuş, anlamsız ve de lüzumsuz konuların gündemleştirildiği ve
alay konusu seviyesine indirilmiş önemsiz ve de sıradanlaşmış bir söylem. Yoksa bizde mi, “geyik”
yapmalıyız? Yoksa, yoksa doğrudan gerçeği mi haykırmalıyız?
“Çocuk”, çocuk öyle mi?
Evet…
“Çocuk” der geçeriz.
Oysa, çocukluğumuzu unutarak.
Çocukluk çağlarımızı hatırlamadan, dün de
kendimizin çocuk olduğunu unutarak.
Neyse;
Meclis ne demektir?
“Her türlü farklı düşünenlerin bir araya
gelerek ‘aynı konuda’ karar almak için oturup, tartışarak, bir sonuca ulaştığı
ve en doğruyu bulduğu mekândır.”
“Yaşam” için, “Mekân” önemi tartışılamaz.
Doğru karar için de “mekân” “Meclis”tir.
Doğruya nasıl varılır?
Bir bilim adamı, sorun hakkında bir
kararını bildirirse bu doğrudur. Eyvallah. Peki, bunun test edilmesi gerekmez
mi? Şöyle; aynı, soru hakkında cevap verebilecek Onlarca bilim adamını bir
araya getirip, onların da cevaplarını aramak daha doğru değil mi?
İşte söylediğimiz de tam budur.
“Meclis”, toplanıp, tartışarak doğruyu
aradığımız yerdir diyebiliriz artık.
Bu kadar lafı niye ettiğimiz hala anlayabilmiş
değilim!
Gelelim “Çocuk Bayramı”na.
Soru; neden “Meclis” açılışı çocuklara ithaf
edilmiş ve o gün bayram ilan edilmiştir?
“Bayram” nedir?
Bayramın ne olduğunu anlayamayan kişilere
hiçbir şey anlatamazsın.
Gelelim
“Çocuk”;
Mecliste, kanun yapılır.
Öyleyse, çocuk saflığında, çocuk güzelliğinde
yap kanunları.
Yaptığın kanunlarda, kimseyi kayırma,
kimsenin rengine, dinine, inancına bakma, öyle bir metin ortaya çıkar ki, kimse
o metne eleştiri getirmesin.
İşte çocukluk budur.
“Çocuk”;
Her arkadaşına eşit mesafededir.
Her arkadaşını kendisi gibi görür.
23 Nisan budur.
V
Not:
Kişiye, kişilere özel kanun çıkartılamaz.
VI
Kanun çıkartanlara öğüdümüz şudur:
Çocukluğunu, çocukları unutma.
VII
Kendini yaşatmak için, balıkları, kuşları
kullanan parazitleri kendine örnek alma. Kendin ol. Kendini, kendin gibi yaşa.
Parazit olmak en kolayıdır. Çünkü
diğerleri seni, kendileri gibi görür ve kanarlar. Onları kandırma.
Her kandırdığın diğerleri, kendinin
intiharına denktir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder