Din ve dinden neşet eden
kelime ve kavramlar, oy avlamak, insanı tavlamak için kullanılınca bir fayda
vermez. Vermeyeceği yakın geçmişten biliniyor.
Oy’a tahvil edilmeye
çalışılan dini kavramları kullanmanın insana hiçbir faydası olmayacaktır.
Olmadığı çok yakın geçmişten biliniyor.
Dini kavramlar, adam olma
yolunda kullanılırsa bir işe yarar. Kullananın ruhiyatında bir gelişme yapmışsa
hedefe varılmış demektir.
Maşallah, ustasını geçmiş
bizim Konyalı.
Başladı din iman, Allah,
peygamber, selam filan… Bitirdi aynı laflarla. Ne konuştuğunun farkında, ne
yaptığının.
Hala haberlerde, ‘Başbakan
Cuma namazından sonra…’ diye başlayan haberler devam ediyor.
Dün de, ‘Başbakan Cuma namazını Ulu Camiide kılacak..’ haberleri
öndeydi.
Sermayeleri bitmiş.
Korkuları pik yapmış. Bir avuç Diyarbakırlıyı, tüm Güney Doğu halkı imiş gibi
takdim etmek de neyin nesi?
Bunlar son perdeyi
oynuyorlar. Zaman kısalmış farkındalar. Bir telaş, bir telaş!
Telaşlı zamanların
kurtarıcısı da yalnızca dini kavramlar, dini hikâyeler.
Kaybetmiş bir komutan
ıstırabını gördüm otobüs üstünde.
Artık, tavsiyeye de kulak
vermediklerinden, onlara hitaben söylenecek lafımız da yoktur.
Perişanlıklarıyla onları
baş başa bırakmak en iyisi.
Rezil oldular, vezir gibi
takdim ediliyorlar. Ama yakışmıyor. Yakıştıramıyorlar. Güzellik bir kaç beden
bol geliyor.
‘Dindar gençlik’
teklifi ne ise, ‘medreseleri legalleştirme’
isteği de aynı. Hiç düşünemiyorlar. Kimse, kimsenin dininde-imanında,
abdestinde-namazında değildir. Kimseyi, kimsenin kıldığı namaz ne bu dünyada,
ne de sonsuz gelecekte asla ilgilendirmeyecektir. İşte bunu anlamıyorlar.
Sanıyorlar ki, ‘kendilerinin
yolu doğrudur’. Böyle olunca, kendi küçük beyinlerine
göre, kendi yollarında olmayanların yollarının yanlışlığını düşünüyorlar. Ne
gaflet! Varlık, kendine verilen ‘program’ dâhilinde ve
programın dışına asla çıkmadan vazifesini bir tamam yapmaktadır. Öyleyse, kendi
yolunun dışındakileri yanlış yolda bilmek ve ona göre vaziyet almak, bir karşı
duruşu gerektirir ki (Allah muhafaza),
yaptıkları da budur. Bu demek değildir ki, asla mücadele edilmeyecek! Tam aksi,
mücadele esastır, hem de ‘düşmanın silahıyla silahlanmak’
şartıyla. Yalanla, iftirayla, fitne ateşi yakmayla değil!
“İşte bu. Rabbinin sırat-ı müstakimidir…” (En’âm
suresi/126)
Rabbin doğru yolu, kimsenin
inhisarında olamaz ve suçlamak kimsenin haddi değildir. Yalnızca doğru bildiğin
yolda, âlemin oyalamalarına, saldırılarına aldırış etmeden doğruca yürümek
vardır.
İş, siyaset uygulamalarında
inceleşiyor. İnsanın kendisini ahaliye kabul ettirmesi için, kendine has
özellikleri halka tanıtması gerekiyor. Üzerine yakışmayan hasletleri
orada-burada yerli, yersiz anlatmak ve dillendirmek bir yalanın yaygınlaşmasına
yardımcı olmak demektir. Bu durumdan uzak kalmak İnsan için şarttır.
Ve değişmeyen, değişmeyecek
hakikat A’raf Suresi 205. Ayet-i kerimede bildirilmiştir:
“Rabbini nefsinde, haddini bilerek, hissederek ve gizlice, gösterişsiz,
sesini yükseltmeden, sabah-akşam zikret, hatırla ve derinliğine düşün!
Gafillerden olma!”
Söz biter…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder