28 Kasım 2010 Pazar

Yahyalı da Güveç Yenir


Yirmi bin nüfuslu şirin bir ilçe Yahyalı. Anadolu’da görmek istediğin ne varsa bir bir, her birini görebileceğin küçük, sevimli ilçe Yahyalı. Cana yakın insanları, esnafı, çaycısı, lokantacısı, manavı.. ne bileyim ben işte… her şeyiyle küçük bir Anadolu Yahyalı… ilçeyi baştan sona kadar geçen caddesi, ilçenin yaslandığı dağın eteğinden doğan deresinin şırıltısına karışan kuş sesleri, serin bahçeleri, meyvelerinin lezzeti ile unutulmaz insan severliği… gerçek bir Anadolu Yahyalı… Erciyes’in karlı tepesinin en güzel seyirgahı Yahyalı.

Yıl 1960;

Kerim efendi Yahyalı dağlarında maden ocağı işleten, kendi halinde hayatını yaşayıp giden, tüm ilçe halkının sevgisini kazanmış, karıncayı bile incitmeyen kibar yapısıyla gönülleri feth etmiş, işinde gücünde bir zat-ı muhterem.

Cuma Namazından çıkıp yazıhanesine vardığında sırıl sıklam olmuştu. Nasıl bir yağmur..gök yarılmış, bulutlar sıkıntısını bir anda boşaltıyordu. Oysa cami ile dükkânın arası kısacık bir mesafeydi. Dükkânın kapısını açıp içeri zor attı kendisini. Hemen bir havlu alıp kurulanmaya çalıştı. Camdan dışarıyı, karşıda görülen dağı, dükkânın önündeki dereyi seyretti. Dağdan aşağıya toprakların karıştığı dev su kütleleri akıyordu. Şehir bir anda su altında kalmıştı.

İki kişi kapıyı açtı ve içeri attılar kendilerini. Sucuk gibi olmuşlardı. Onları sobanın yanına buyur etti. Kuru havlular verdi. Kurulandılar. Teşekkür ettiler. Yabancılarmış, iş nedeniyle yolları düşmüş Yahyalı’ya. Yağmur bir anda dindi. Dere çamur taşıyor, dağdan çamurlu sular inmeye devam ediyordu. Misafirler, “yağmur dindi, bize müsaade” dediler. Ayağa kalktılar. “Dünyada olmaz” dedi,  Kerim efendi. “Fırına güveç malzemeleri göndermiştik. Beş-on dakikaya kadar gelir, birlikte yeriz, sonra işinize bakarsınız.” Bu arada havadan sudan konuştular. Gerçekten on dakika kadar sonra, dükkânın ortasındaki masanın üzerine, çatal, kaşık, ekmek konulmuştu. Fırından getirilen tepsi masanın ortasına konuldu. Hep birlikte kaşık salladılar güveç tepsisine.

-“İyi oldu” dedi misafir. “Nereden yemek bulacaktık, iyice de acıkmışız. Sağ olun, sofranızın bereketi dinmesin, sofranızdan misafir eksik olmasın” dedi, diğeri. Çok ama çok teşekkür ettiler ve vedalaştılar. “Allahaısmarladık.” Deyip, ayrıldılar.

Yıl 2010;

Kerim Efendi’den oğullarına, oğullarından da torunlarına kalan maden ocakları genişledi, çeşitlendi, büyüdü. Büyük iş adamı oldular. Zengin oldular. Büyük büyük devlet adamları ile olsun, üniversiteli bilim adamları ile olsun, memleketin büyük iş adamları ile olsun iş, siyaset, bilim, edebiyat konularında sohbetler, görüşmeler yapar oldular. Fakat hiç büyüklüklendikleri görülmemiştir.

Geceden beri devam eden yağmur, kâh hızını artırıp kâh dinme noktasına geldiği oluyordu. Yahyalı Deresi çamur taşıyordu adeta. Öğleye doğru hızlandı yağmur. Dere iyice kabardı.

-“Bu gün öğlen yemeği yemeyin. Cuma’dan sonra bir yere gideceğiz” dedi. İşini yaptığım kişi.

***
Dere kenarında, iki katlı, karşıdaki dağı rahat gören güzel bir iş yerine vardık. Yağmur hızını artırdı. Dere çamur taşıyor, karşıdaki dağın çatalından su fışkırıyordu.

-“Yıllardan beri, ilk defa görüyorum dağın çatalından su geldiğini”. Dedi, iş yeri sahibi. Şehrin dağa yakın tarafları çamur içinde kalmıştı. Dağdan toprak karışımlı sular şehri dolduruyordu.

-“hoş geldiniz”. Deyip, buyur ettiler. Geçtik içeri oturduk.

Hoş beş ten sonra, yazıhanenin ortasındaki yuvarlak masaya çatal, bıçak, kaşık, ekmek konuldu. Masanın etrafında sekiz sandalye, geçtik oturduk. Masa başı sohbeti kısa sürdü. Bir tepsi konuldu masaya, “buyurun” denildi. Besmele ile başladık sekiz kişi, tepsideki güveçi yemeye. Yemek sırasında sahiplerinden olduğu anlaşılan kişi;

- “Elli yıldır devam eden bir adettir bu. Her Cuma aynı yemek yapılır. Yani elli yıldır bu dükkânda her Cuma güveç yemeği yapılır ve ikram edilir. Dedemden kalan bir emirdir bizim için. Misafir olarak kim gelmişse, birlikte yenilir. Dükkâna giren kişi yemek yemeden asla çıkamaz. Toksa da masada oturur, bir iki lokma yer. Adet budur.”

Yağmur dindi. Dışarı çıktım, bir sigara içmek için. Dere kabarmış, çamurlu sular dönüp duruyordu, dağdan fışkıran sular aşağıya kadar iniyordu, ilçenin mecazibinden kapı önünde birkaç kişi dükkâna girmek için bekleşiyordu. Demek ki her hafta buraya güveç yemeye geliyorlardı. Dışarı çıkarken gördüm. Yandaki oda da ve holde de masalar kurulmuştu. Yani üç masa da yenilmişti. Biraz sonra yeniden belki üç masa daha kurulacaktı.

Servetin içinde. Yoksulun, yetimin hakkı vardır. Yetimin, yoksulun hakkını eksiksiz vermek, işi olanın, parası olanın, serveti olanın borcudur. Misafire, yolcuya, yoksula, vatanından uzak düşmüşe evini, sofrasını, kucağını açmak, servetin sigortasıdır. Bunları bize dedem anlatmıştı, nur içinde yatsın, bizler de sözünü tutmaya çalışıyoruz.

-“dedeniz bu güveç yapma ve ikram etme usulüne nasıl başlamış?”

-“Elli yıl önce, yine bugünkü gibi deli yağmurlar yağmış. Cuma namazından gelen dedem o gün fırına gönderilen güveçi beklerken, iki kişi girmiş dükkâna, onları yemeden bırakmamış, onlar da -sofranızdan misafir eksik olmasın- şeklinde dua etmişler. O günden hemen sonraki hafta dedem usul edinmiş, bu güne kadar da sürdürülüyor işte.”

-“Sofranız bereketli olsun bize müsaade”, deyip ayrılıyoruz oradan.

Yolunuz düşerse Yahyalı’ya, bir de Cuma ise günlerden, gönlü genişlerin bürosuna uğrayın ve güveç yiyin orada.

2 yorum:

  1. çok merak ettim Yahyalı'yı yolum düşer umarım

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben yahyalılıym çok guzeldır mutlaka gidin tavsiye ederim.

      Sil

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...