Yıllar önceydi, 2002’nin
sonunda yapılan genel seçimlere yaklaştığımız zamanlar. AKP’nin çoğunlukla
seçimi kazanacağı ve iktidarı paylaşan partilerin meclis dışında kalacağının
hemen hemen belli olduğu zamanlar. Birkaç dostumuzla oturup dertleşiyorduk.
Sıra seçimlere geldiğinde, anlaşmış gibi hep birden AKP’nin çok önde olduğu
kanaatimizi paylaştık. Konu bunun üzerine döndüğünde, “kazansınlar,
demokrasinin fendidir. Kazansınlar, yalnız bunlar gerilimi çok severler,
gerginliği körüklerler, yumuşamayı asla istemezler” gibi
fikirler ortaya konulmuştu. ‘Fent’ (hile) kavramı bilinçli
kullanılmıştı. Zira o güne kadar onlarca yazıda, AKP ile ABD işbirliği
yazılmış, çizilmişti. Nitekim sonraları anlaşıldı ki, ABD yakinen ilgilenmişti,
AKP ve Erdoğan’la.
Yanılmışız demeyi arzu
ederdim. Varılan yargının doğru çıktığını sayısız defalar test ettik.
Başörtüsü, çözüm süreci,
balyoz-Ergenekon soruşturmaları, KCK’nın düzenlenmesi ve tecrit edilmesi
çalışmaları, Oslo görüşmeleri, Habur ve benzeri süreçler, PKK’nın şehir
yapılanmasına göz yumulması, PKK’yı yok etmek üzere girişilen iç savaş
manzaraları, Gezi Parkı olayları, Ortadoğu ve Suriye gerilimi, AB ilişkileri,
dış politikadaki boynu bükük hale bırakılmışlığımız… Sıralamada bile zorluk
çektiğimiz daha onlarca sebeple gerilimi üst noktada tutma gayretleri…
Üstüne üstlük, yaptıkları
hatadan asla dönmeme inatları da tuz-biber ekiyor. Bunun en belirgin
göstergesi, arapsaçına dönmüş Suriye politikası ve ilişkileridir. Biliyorlar
yanlış içinde olduklarını ve asla söylediklerinden dönmüyorlar. İşte gerilimin
sürdürülmesinde kullandıkları psikolojik dayatma. Yanlışı biliyorlar ve fakat
ısrarla devam ettiriyorlar. ‘Kandırılma’
kavramını çekinmeden ileri sürüp, yapılan hataları birisinin, birilerinin
üstüne yıkıp, zeytinyağı gibi üste çıkmayı iyi becerebilmeleri de bu gerginlik
siyasetinde önemli bir tespit olmalı.
“%50’yi zor tutuyorum”
lafı, adeta ‘ne duruyorsunuz, haydi kalkın’
der gibiydi. Böyle anlayanların sayısı da az değildi, polis koruması altındaki
eli sopalıları, palalıları, kuytularda sıkıştırılan garibanların ölesiye
dövülmeleri… Bunlar uzak tarih değil, daha dün yaşanmış hatıralar.
Benzer yanlışlar yeniden
yeniden yapılmaktadır. Ahaliyi saraylarda toplayıp, mesajlar ulaştırmak sanırım
bir Cumhurbaşkanı’nın işi olmasa gerek. Üstüne, verilen mesajlarda, “milletin
iradesine bırakmak gibi”, ne dediği anlaşılamayan ve duyanın
nasıl isterse öyle yorumlayacağı ve provokasyon kokan mesajlar.
Nitekim şehit cenazelerinde
CHP Genel Başkanı’na yapılanlar, hiçbir mazeret kabul edilemeyen ve birilerinin
dolduruşuyla, üzerine vazife olarak yükletilmiş hoyrat saldırılardır. Şuna
bakar mısınız, mafyanın uzattığı mesajlar gibi, mermi çekirdeği,
Kılıçdaroğlu’nun üzerine atılıyor. Normal şartlarda büyük bir tehdittir bu. Ve
tehdit, Ceza Yasasında suçtur. Ne yaptılar bu kişilere, karakoldan
salıverdiler!. Sanki bir örgütün idaresinde gelişen olaylar…
Hele, MHP muhalefetinden
kurtulmuş bir AKP’nin, taraftarlarının arasını sıkılaştırmak için saldıracağı
tek parti ve genel başkan kalmışsa karşısında, gerilimi tetiklemek için,
yapamayacağı yoktur kanısına ulaşıyoruz böylece. En tepede oturanından, en alt
düzeydeki siyasetçisine kadar tek düşman olarak CHP belletilmişse ve her
konuşmalarında ağızlarından o tarafa karşı düşmanlık zehirleri saçılıyorsa, bir
nokta (zaman) gelir ki, mermi elden değil, Allah Muhafaza
namludan çıkar olur. İşte o zaman pişmanlıklar fayda vermeyecektir.
Yandaş köşe yazıcıları, TV
ve radyo çalışanları da yangına körükle gitmektedirler. Saraylardan aldıkları
işaretle olsa gerek, yazılarının, konuşmalarının arasına mutlaka bir CHP
düşmanlığını köpürtecek laflar sıkıştırmaktadırlar. Bu duruma bir örnek vermek
gerekirse: TGRT Radyo’da öğleden sonraları bir program yayınlanmaktadır.
Yöneticisi de radyonun genel yayın müdürü olsa gerek, Ataullah isimli birisi.
Yayında güya halk ile canlı bağlantı yaparak onların dilinden, CHP ve liderine
bir şeyler söyletiyorlar. Bu ülkede hiç mi Basın Savcısı kalmadı, kanunlar çöpe
mi atıldı? Aylardan beri her gün o radyoda suç işlenmektedir. Hakaretin,
yalanın, kışkırtmanın bini bir para.
Şu bir gerçektir, kışkırtma
tezgâhına bulanan beyinler, karar verdikten ve ayaklandıktan sonra,
durdurulması neredeyse imkânsızdır. Sonuç kanlı olur. Tarih bu örneklerle
doludur. IŞİD militanlarının neler yaptıkları tazecik önümüzde duruyor. Pislik,
haşereleri üzerine çeker. Kışkırtılmış güruh ise, pislikten bin kat daha pislik
içerir. Etrafı kolayca çoğalır çünkü aylak dolaşan, cebinde ekmek parası bile
bulunmayan binlerce, on binlerce delikanlı, ne olursa olsun havasına kolayca
girebileceklerdir. IŞİD’in çoğalması bu sebeptendir.
Afganistan, Pakistan, Irak,
Libya ve Suriye’de üreyen katillerin geçmişte aldıkları dersleri bir
incelemekte yarar var. Nefret ettirmek için tekfir tezgâhının çalıştırıldığını
bilmeyen yoktur. Yapılan yazılı ve sözlü yayınlar, pek çok insanı düşman
cepheye karşı birleştirmekte ve kinlerini dürtüklemektedir. Yapmayınız,
etmeyiniz, bu sistematik çalışmaların, kara propagandaları sonunda, özellikle
gençleri karşı durulamaz katiller sürüsü haline getirme faaliyetlerinin bir
parçası olarak görmekteyiz. Yapmayınız, etmeyiniz…
Son pişmanlık fayda
vermeyecektir!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder