23 Mayıs 2016 Pazartesi

‘Hain’ Kelimesini Sözlükten Çıkarmayı Öneriyorum


Çok şey değişti kısa zaman içinde Türkiye’de. Hukukun yeniden anlamsız bir şekilde, gereksiz bir şekilde katledildiğini gördük, Koca Başbakan bir bakışla gitti, giderken “Ak-Kadroların bütün insanlığın hukukunu koruduğunu” söyledi, hâlbuki kendi hukukunu bile koruyamamıştı.

17/25’in ve havuz teşkilatının en etkili şahsı Başbakan yapıldı. Tren yeniden al-götür rayına sokuldu. Eski bir devlet çalışanı olarak trilyonlarca liralık gemi filolarına nasıl sahip olduğunu bir türlü anlatamadı, anlatamayacak da!..

Ülkemizde düşünen adamı sevmezler vurgusu üzerinde epeyce durmuştuk. Davutoğlu örneği pekiştirdi lafımızı. Yanlış, hatalı, lüzumsuz düşünse bile sevmezler. Kendi alışkanlıklarını vurgulasa bile sevmezler. Düşünen adam, gün gelir dert olur başa. O halde tez vakitte gönderilmelidir. Yapılan da buydu esasen.

Sanki ülkeyi CHP yönetiyormuş gibi, sanki ondan sebep terör azmış gibi, şehit cenazesinde Kılıçdaroğlu’nun üzerine trollerini salıyorlar. Bakınız, bu anda düşünebilme yetisi sıfırlanmış bulunuyor. Bir yandan C. Başkanı’nın, diğer yandan Başbakan ve Bakanların ve hatta televizyonlara çıkan yandaş ağızların tamamı bir anda CHP üzerine çullandılar. Böyle olunca, başıboş dolaşan bir trolde yumurta atar tabi. Kimse mani olamaz. Tetikleyenler rahat ve yumuşak yataklarında uykunun zevkini çıkarmaya devam edebilirler. Bu arada iktidar, MHP muhalefetinden kurtulmuş gözüküyor. Ne olduysa bizim bilemediğimiz, C. Başkanı milliyetçi söylemlerini kuvvetlendirdi, Ülkücülerin gönüllerini okşayıcı laflar etmeye başladı. HDP’lilerin dokunulmazlıkları kaldırıldı. Yargıtay’da bulunan ‘MHP Kurultayı’ dosyasının, anayasa Mahkemesine gönderildiği söyleniliyor. Oh… ne ala, kazan bir-kaç ay daha. Ne olacaksa?

Amacımız bu olumsuzlukları hatırlatmak değildi.

***

Zamanında dersini iyice çalışıp, verilen ödevini yapmazsan, tepene imtihan çöktüğünde, ter basar vücudunu, ellerin titrer, ayakların çapraz adımlamaya başlar. Sırf ders çalışmak için oturulmaz dersin başına. Öğrenilen her kelime, her cümle hayata yeni bir bakış, yeni bir yorumlayış da sağlaması lazımdır. Asıl olan, ‘ne için gelmiştiniz buralara’ sorusunu asla hatırdan çıkarmamaktır. Çünkü yapılan dersler, alınan ödevler, verilen emekler hep bu sorunun cevabı içindir.

Siyasetin her sahası kirlidir. Kirlenmek ve kirletmek bir istektir ki, sari hastalık gibi. Yanındakini de bu kire müptela eder. Bu sebeple uzak durulması, bulaşılmaması gereken bir alandır siyaset. Hepten bırakmak, uzaklaşmak değil, siyaset oyunundan uzaklaşmak doğru olanıdır. Elbette, herkesin memleketinde olan-bitenden haberdar olma, meseleler üzerinde kafa patlatma, doğruları ayıklayıp, yanlışları reddetme hakkı vardır. Ama sonuç olarak hep lafta kalan fuzuli uğraşlardır. Kahvehane lakırdısında kalan lüzumsuz yorgunluklar. Zira erbab-ı siyaset her şeyi senden de benden de en iyi bir şekilde bilmektedir. Öyle inanırlar ki, onların yanlış yapma, eğri yola sapma, kirli ilişkiler içine girme ihtimalleri yoktur. En sağından, en soluna, en liberalinden, en dikta yapılısına, iktidarı paylaşanlarından, muhalefetin küçüğünden-büyüğünden tamamı böyledir. Eee, böyle olanda onların eleştirilmesi gibi bir şey söz konusu olamaz. Öyleyse otur oturduğun yerde, al eline bir kitap, gazete bir-kaç kelime öğrenmeye bak…

***

Şöyle bir hafızayı zorlayıp, 80’lerden bugüne ne gibi bir değişim olmuş hayatımızda, zihnimizde, neler olmuş, hangilerinin içinde, nelerin dışında kalmışız. Düşünmek istedim. Sonuca varamadım. Daha doğrusu, hala 80’lerin karanlık dehlizlerinde yürüdüğümüzü fark ettim. Bunları söylemek kolay değildir. Zira, yenilgilerimizi asla hatırlamamak fakat, 30 yıl evvelinden kalma bir-kaç dövüş sahnesini ısıtıp, ısıtıp ortaya getirmek, işte bütün kültürümüzün dayandığı temel. Uzak kuytularda çok değerli ilim adamlarımız, mütefekkirlerimiz kendi hallerinde ve imkansızlıklar içinde düşünce üretip, yine imkansızlıklar içinde kamuya bu düşüncelerini salarken, hep unutulmuşlar içinde kıvrandıklarını gördüm. Bunlar bizim yenilgi sahalarımızdır. Şairlerimiz söylemez olmuşsa, kültür adamlarımız yazamaz olmuşsa, konferanslarımız son bulmuş, gazetelerimiz kapatılmışsa, kitap okuma ve üzerinde tartışma alışkanlıklarımız rafa kaldırılmış ve kıyıda köşede herhangi bir konu üzerinde kafa patlanlara, ‘bunlar kafayı yemişler’ gibi avamî suçlamaları hoyratça aparabilmişsek, daha ne söyleyeyim?..

Beğenmediğimiz fikir karşısında söyleyebileceğimiz tek şey ‘hain’ suçlaması olunca, susar karşı, susar deniz, susar rüzgar..

Hain’in bir yükü olmalıdır, yükün taşındığı bir adres olmalıdır, o adreste yükün teslim edileceği bir şahıs olmalıdır. Hani, nerde, kim onlar, nasıl bir alış-veriş var aralarında?

Cevapsız sorulardır bunlar.

Suçlamak kolay olsa da, ispatı zordur.

Bunun için dava adamı olmaya filan gerek yok. Bizler, dava adamı değil, öncelikle sıradan bir Türk, sıradan bir adam olmaya gayret edelim yeter.

İhanet, sallantı zamanlarında dostunu yalnız bırakmaktır. Dostuna hain suçlamasını yöneltmektir. Doğrusu budur. Akıllı olup, yapılması gerekenleri kimsenin talebini beklemeden kendiliğimizden yapabilmeliyiz. Geciken adalet, adalet değildir. Her eleştiren de hain değildir.

Belki, gerçek dost, eleştirenler arasından çıkar, kim bilir…


2 yorum:

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...