-‘Tiyatroya
gidelim’. Diye tutturdu.
Kıramadım. Kabul ettim.
Filanca saat, filan salonun önünde buluştuk randevumuzun tam vaktinde.
Biletleri aldık ve girdik içeri.
Yerimizi bulduk oturduk.
Neredeyse tüm koltuklar doluydu.
Bir süre sonra, oyunun başlayacağı
anons edildi.
Salon ışıkları söndü.
Perdeye kuvvetli spot ışıkları vurdu. Merakla bekledik.
Salonda fısıltılar
yükseldi;
-‘Başlıyor.’
Meraklı bakışlar, yoğun
ışık altındaki perdeye odaklandı.
Ağır bir iş makinesinin
gürültüsünü andıran, kulakları sağır edercesine kuvvetli bir ses sahnenin bir
tarafından, diğer tarafına doğru inleyerek uzandı. Arka taraflardan: -ha! Sesi
duyuldu. Seslenen anlamıştı adeta. Dikkat kesildik, anlamaya çalıştık. Ne mümkündü!
Bir yerlerden aslan
kükremesine benzer ses işitildi. Yanımda oturan korktu. Üzerime doğru bir hamle
yaptı. Ona korkmamasını işaretle anlatmaya çalıştım. Kan ter içinde kaldığı
ıslak ellerinden anlaşılıyordu.
Yukarılardan gelen, gök gürültüsünü
andırır ürkütücü bir ses ise, hemen önümde oturan yaşlı hanımefendinin arkaya
doğru kaykılıp, bayılmasına neden oldu. Salonda fısıltı tonunda mırıltılar
yükselmeye başladı. Gerilerden birisinin; -‘Harika!’ diye
seslendiği duyuldu. Heyecanla o tarafa doğru baktımsa da kimin olduğunu
anlayamadım. Doğrusu bir ben anlayamıyordum. Seyircilerin tamamı oyuna
konsantre olmuşlar, fiilen senaryoyu yaşıyorlardı.
Birden sahne yükselmeye
başladı.
-‘Hey,
neler oluyor’ lakırdıları salonu doldurdu. Bazıları oturdukları
koltuktan ayağa kalkmışlar, olanı-biteni anlamaya çalışıyorlardı. İki sıra
önümdeki seyirci aniden yukarı doğru fırlatıldı. Yanındakiler kahkahayı
bastılar. Etraftan: -‘Şışşt’ ikazları yükseldi. Gülenlerden
birisi özür diledi. Yukarı fırlatılan sert bir biçimde koltuğuna geri
döndürüldü. Yalnızca –‘oh!’ diyebildi.
Olanlara anlam yüklemeye
çalışan akıllı birisi;
-‘Anlayamıyorum
diyemem azizim. Lakin tam da ne anlatmak istediğini kavramış değilim. Hele biraz
daha sabredelim bakalım neler olacak!’
Bir bebek ağlaması,
seyircileri yeniden sahneye odakladı. Kimi merakla, kimi çekinerek, kimi terini
silerek bakışlarını keskinleştirdiler.
Mırıltılar sinirli bir hal
aldı. –‘Bu nasıl bir oyundur’ diyenlerin, -‘Bizimle
dalga mı geçiyorsunuz’ şeklinde şikayetlenenlerin gürültüleri
birbirine karıştı. Bağrışanlara karşılık, mest halinde oyunu izlemeye devam
edenlerden de bahis gerekir. Belki de onlar, füze benzeri bir alete binmişler
ve başka alemlere geçmişlerdir kim bilir!.
Salonu terk etmeye
hazırlananlar bile vardı.
Kocasının kolunu çekiştiren
bir kadın, -‘Haydi, biz de gidelim’ dedi.
Oyunun nasıl biteceğini merak eden adam, hiç oralı olmadı. Dur, dur der gibi
sertçe çekerek kolunu kurtardı. Kadın, ellerinin arasına başını alarak, kocasının
omzuna doğru sürükledi başını. Bir daha da sahneye doğru bakamadı.
Böylece iki saate yakın bir
zaman geçirdiler. Perdedeki spotlar söndü. Salon ışıkları yandı.
Büyük bir alkış koptu. Seyirciler
birbirlerine sarılıp, hoşça vakit geçirdiklerinden, çok önemli şeyleri
öğrendiklerinden emin olarak tebessümler fırlattılar.
Perde açıldı.
Salon alkışlardan
yıkılıyordu.
Sahnede hiçbir oyuncu
yoktu.
Esasen, salonda da
seyirciler yoktu.
Kendinden, kendine bir âlemdi
yaşanan. Bir kere daha yaşanmayacak olan…
Tuncay Altunezen.
YanıtlaSilsimgesi Çok canlı bir anlatım olmuş Üstadım.
Salonda ben de varmışım gibi oldum.
Ömer Sağlam :
YanıtlaSilMahmut Emin Bey, elinize sağlık. Sanki Cizre'de, Sur'da veya Silopi'de olanları anlatıyormuşsunuz gibi geldi bana. Bereket versin, hepsi hayalmiş...
Yaşandığını sandıklarımız, bir hayalden, vehimden ibaret değil mi üstadım?
Sil