“Tecessüs etmeyin” (Hucurat/12)
anlayamadığımız, işimize gelmediği için anlamak istemediğimiz muazzam anlamlar
içeren bir emirdir. Çok basit aslında, karşıyı merak etme. Ne yapıyorsa, ne
düşünüyorsa ilgilenme. Bak geç, seyret geç. Onun gizlisi, bırak onda kalsın.
Öğrensen de, senin bir işine yaramaz. Bırak, merak etme, vazgeç. Sen de rahat
et, o da rahat etsin. Hani, Hoca’ya, “Hocam bir tepsi baklava gidiyor” diyorlar. “Bana ne”
diyor. “ama sizin eve gidiyor”
diyorlar. “Ee, Sana ne”
diyor. İşin özeti budur. Ne ki, seni ilgilendirmiyor onunla ilgilenme. Sana ne?
Ayet-i Kerime şöyle devam
eder: “Biriniz ölü kardeşinin etini
yemeyi sever mi?”. Tecessüsün devamı, dedikodudur. Sonuç,
gıybet, çekiştirme, aslı olmayan konuşmalardır. Bunun adı da, “ölü eti yemek”
dereksinde fena bir şey. Maalesef bu tuzağa düşüyoruz. Ama bilerek, ama
bilmeyerek düşüyoruz.
Aslında ‘tecessüs’ karşının
zaafından yararlanma iştiyakı olsa gerektir. Peki, soralım; diyelim ki,
karşının bir zaafını yakaladın ve milyar dolar kazanç sağladın. Ne olacak?
Yakaladığın kimdi, ne gibi bilgiler edindin, bunu kaça sattın da bu kadar
edinim edindin? Bir de şu soru; kimi kime sattın?
Bu kadar küçük beyinle, bu
kadar kısır bir düşünceyle varacağın yer, belki de bu dünyada sağlayacağın
küçücük bir kazanımdır. Ya sonrası? Söyleyelim; Hiç.
‘Dünyasını’ mamur etmeye çalışanların başvuracağı
yollardan biridir ‘tecessüs’.
Bu yolla, başkalarına aktaracağı bilgiler nedeniyle bir yer edineceğini sanır,
oysa bilmez ki, haberin devamı gelmediği sürece verdiği haberin onu yaşatacağı
süre ancak bir dakikadır. Buna değer mi? Değmez. Öyleyse tecessüs neye yarar?
‘Tecessüs” Hakk’ın ne yaptığını meraktır bir
anlamda. Ancak, bir manada sureti vücut bulmuş her insanda ayrı bir şahsiyet ve
şuur vücuda getirilmiş ve fiilen yaşıyorsa, buna kimsenin hakkının olduğunu
düşünemeyiz. Şöyle ki, her sahib-i vücut, kendi mekânında özgürlüğe sahip olup,
zannı cüz’i iradesi sebebiyle yaptığı işlerden bizatihi sorumluluğunu da
kabullendiği üzere, ne yaptığı ve ne yapmadığı hususları diğerlerini asla
ilgilendirmez. Karşının Hakk’ına razı olarak ve o Hakk’a saygı göstererek,
sendeki Hakk’ın haline rıza göstermesi de Hakk’ın tahakkukunda gerekli bir
kanun olmalıdır. “Tecessüs” Hakk’ı rahatsız edici bir tecavüz olarak karşımıza
çıkar, bu halde kısasa kısas hükmüyle, savaşa kadar yolu açar ki, bu da sosyal
yaşamda büyük karışıklığa sebep olur. Böylece, yıkılmaya yol açılır. Ki,
tecessüs, tecessüs edenlerin sayısını artıracağından, dedikodunun yurt sathını
sarması felaketin büyüklüğünü anlatır.
Bir küçücük kelimenin
yaptığı işe bakar mısınız?
“Soru sormanın”, “Sorgulamanın” adını ‘tecessüsle’ karıştırırsanız, ilmen geri kalır,
medeniyetin gerisine düşerseniz. Bununla ilgisi yok. Sorgulamanın yasaklandığı
kimi muhafazakâr düşünce sistemlerinde insanlarımızın düştüğü yanlış çukurların
farkındayız. Eğer, ilmen ilerlemeyi sorgulamayı, tecessüs olarak değerlendirirseniz,
sorun o zaman deriz. Çünkü ilim sorgulamaktır deriz. Tahkiktir deriz. ‘Tecessüs’
olumsuz olarak görülen, eksi olarak görülenler üzerinde odaklanmaktır. Komşunun
ne yaptığı, ne yediği.. Gibi. İlmi gelişme elbette, sormakla, sorgulamakla mümkün
olabilecek ve bu özellikleri ortaya çıkarabilecek Allah’ın ilim tecellisinin
ortaya çıkarılmasından başka değildir. Ki, buna karşı çıkmak cehalettir. Allah
bizi bundan muaf tutsun.
Karşının ayıbını (sana
göre) öğreneceksin de ne yapacaksın? Sonra niye ayıp olsun?
İlle de senin gibi yaşamak zorunda mı insanlar? Sana gizli olan şeyi öğrenme
isteği, nefsaniyetinin ilkel bir öğrenme isteği baskısıdır. Bu istek kişiyi haset
hastalığına duçar eder ve aşağı varlık derekesine düşürür.
En iyisi gözünü kapa geç.
Sen de rahat et, karşı da
rahat etsin. Huzura böylece ulaşılır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder