‘Korkmuyorum’ demenin bir anlamı yok artık. Tüm
denemelerin sonucu, genel olarak korkunun beyin derinliklerine nakşedildiğini
anlatıyor. Bu tanımda taraflı, tarafsız, muhalif, habersiz fark etmiyor, her
kimse ve tamamında korku yerleşmiş ve davranışlarını idare ediyor durumda.
İtiraz da edilebilir bu tespite, kabul de edilebilir yine fark etmiyor. Çünkü
kanıksamak kavramını incelediğimiz zaman söylemek istediğimiz çabucak
anlaşılır.
Korkuyu kanıksamış ve
özellikle düşünce hayatımızın bir parçası yapmış vaziyetteyiz. Neden ve kimden
korku? Eğer zihinlerine girme imkânımız olsaydı ve doğru cevabı alabilseydik,
herkesin bu soruya cevabı farklı olurdu.
Özellikle, pek-çok
sosyolojik vakanın değişmeye yüz tuttuğunun anlaşıldığı Gezi Eylemleri
zamanından beri ‘korku’
bir
siyaset aracı, bir yönetsel baskı aracı olarak kullanıldı. “%50’yi evlerinde zor tutuyorum” hitabını
hatırlayalım. Niye söylenmişti acaba? Hangi, eyleme karşılık böyle bir hitabet
yapılması zorunluluk olmuştu? Geleceğini garanti altına almak için, pek çok gelişen
olaydan habersiz kitlelerin adına yapılan bu konuşma, geleceğin
şekillendirilmesine dair de ipuçları veriyordu. Bunu anlamamız uzun sürmedi
gerçi. Yalnız, geniş halk kesimlerinin anladığından emin olamadık. Baskılar
arttıkça, sorgulamalar çoğaldıkça, polis gazı semayı doldurdukça, baskı
yapılmasına zemin hazırlayan hükümet taraflarının oyları artıyordu çünkü.
Mazoşist yapılar, sadistleri besliyordu bir anlamda. Normal bir insan hayatı
içinde basit, çok basit örnekler yıllar boyu hapis cezalarına çarptırılma
sonucuyla karşılaştı. Basit bir hakaret cümlesi, sıradan bir muhalif hareket,
çocuksu bir kutu gösterilmesi gibi olayların sonucu, faillerinin
cezalandırılmasına sebep oldu. “Erdoğan’a
hakaret” tanımlı suçlar icat edildi. Daha geçenlerde
basına yansıdığına göre 700 kişi bu suçtan yargılanıyormuş. Ceza alanlar,
davaları bitenler hariç!.
Özellikle 1 Kasım seçim
tarihi belli olduktan sonra, ‘Havuz
Medyasının’ yandaş yazarlarınca, isimler verilerek
Hürriyet Gazetesi’ne, sahibine ve yazarlarından bazılarına isimleri verilerek,
hedef yapıldıkları bir gerçektir. Saldırılar sertleşince bir de gördük ki,
“Osmanlı” adını kullanan (%50’lik kesimden)
bir kısım gençler (ve kimlerse) Bozkurt
işaretleriyle ve tekbirlerle Hürriyet Gazetesine baskın yaptılar. Bu noktadaki,
aldatmacaya, provokasyona dikkatinizi çekerim. Yiğitçe çıkıp kendilerini
bildirmiyorlar da Ülkücülerin bu hareketi yaptığını anlatıyorlar! Neden? Yetmemiş
gibi bir gün sonra yeniden aynı gazetenin basılması da ilginçtir!. Bu kişiler,
Gezi eylemlerinde de polislerin yanında eli sopalı gruplar oluşturuyorlar ve
birileri tarafından “esnaf
mahallenin polisidir” demesi gerekçesiyle onlara
dokunulmuyordu. Şimdi açığa çıktılar. İşte bu çocuklar, bayraklı, silahlı
masaların üzerine elleri konulmuş vaziyette yemin törenleri düzenlettirilen bu
çocuklar da korku salma aracı olarak kullanılmışlardır.
Ergenekon-Balyoz gibi
soruşturmalardan bahse gerek yok. Hafızalarımızda canlı duruyor. Bir yandaş
gazeteci bozuntusunun ihbarıyla tutuklanıp, yıllarca cezaevlerinde yatırılan
masumları unutmak zor. Sabahın erkeninde mahremiyet, masumiyet dikkate
alınmadan basılan evler, ağlayan çocuklar, yaka paça sürüklenerek götürülen,
devletine yıllarca hizmet etmiş milli güçler…
Korkuyu ektiler, suladılar,
gübrelediler, büyüttüler. Şimdi, nemasından yararlanmak niyetindeler.
Ve yararlanıyorlar da.
Bırakın, iktidar aleyhine
gibi değerlendirilecek konular üzerinde fikir sormayı ve cevap beklemeyi,
iktidarı hiç ilgilendirmeyen sıradan konular üzerinde bile düşüncesini
açıklayamıyor insanlar. Çünkü korkutulmuşlar, korkuyorlar.
Ne olur, ne olmaz
düşüncesi, biraz da faydacılık, faydalanma isteğinden de olabilir. Olsun, bu da
bir nevi korkutulmaktan kaynaklanır. Belli düşüncelerin izharı, faydalanma
ihtimalini ortadan kaldırabilir.
Ne yapılmalı da bu korkuyu
yenmeliyiz?
Bilmiyorum.
Ama gusül abdesti alarak,
güne Besmele ile başlayıp. Şükürle bitirelim hele bir-kaç günü.
Sonu gelecektir. Hem de çok
güzel olacaktır.
Çünkü ‘korku’nun
meydana gelişinin gerçek anlamı, abdestsizlik, cenabetlik, besmelesizlik ve
şükürsüzlükle dolu bir hayattır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder